Evrende her şey bir ölçü, bir nispet dahilindedir. Belli kanunlar çerçevesinde hareket eden varlık âlemi, muazzam bir sistem oluşturur. Rastgele gelişigüzel zannettiğimiz hususların sır perdeleri aralandıkça, künhüne vakıf olundukça bir takım formüllere, ince ayar hesaplara tabi olduğu görülür. En değersiz görünen bir mahlukun bile bütünlük içinde anlamlı bir yeri bulunduğu, üyelerin tamamının görünür görünmez çok derin bir ilişkiler ağı ile birbirine bağlı olduğu farkedilir.
Hem yeryüzünün hem de insan bedeninin dörtte üçü sudur. Yeryüzünde bulunan element sayısı kadar insan bedeninde de element vardır. Bütün yaratılmışlar; cemâdât (cansızlar), nebâtât (bitkiler) hayvânât (hayvanlar) ve insan arasında kendiliğinden işleyen bir alışveriş, bir paralellik söz konusudur. Âlem büyük bir orkestradır. Her üye kendi enstrümanını bestesine uygun bir biçimde çalan bir müzisyen konumundadır. Bu büyük koru; muhteşem bir senfoni, büyüleyici bir ahenk yaratır. Anne timsahların yumurtadan yeni çıkmış yavrularını hiç incitmeden tek tek ağızlarına alarak su kıyılarına bırakması sadece bir iç güdüyle açıklanamayacak kadar akıl almaz bir programın, emsalsiz bir tasarımın aksidir.
İşte hayat bir ölçü dahilinde yol alırken, insanın ölçüsüz, gelişigüzel, rastgele, tutarsız, keyfi davranması beklenemez. İnsan davranışlarının da bir pusulaya ihtiyacı vardır. Dinî, örfi, hukuki, ilmî, felsefi, etik ve estetik yaptırımlar insanoğlunun önüne bir yol haritası koymuştur. Bu suretle insana bir üslup kazandırmak, onu yetkin bir kıvama taşımak amacı güdülmüştür.
Bu kurallar, o cemiyette yaşayanlara hem gelenek ve görenek hem de eğitim yoluyla kazandırılırlar. Bu kurallara uymak sadece fertteki aidiyet duygusunu geliştirmekle kalmaz; onu içinde bulunduğu toplumun bir parçası haline getirir.
Adabımuaşeret dediğimiz görgü kuralları toplumdan topluma değişiyor olmakla beraber bütün dünyada genel geçer olan pek çok unsuru içinde barındıran bir mahiyet taşır. Edep, erkân, yol, töre, usul bilmek hayatımızı kolaylaştırır.
Bu kuralların içinde kendi kişisel haklarımızı ve haysiyetimizi gözetirken, gayrılarınınkini de gözetmek, etrafımızı kıracak, rencide edecek söz ve davranışlardan sakınmak, nerede, nasıl davranılacağını ve ne söyleyeceğini bilmek, iyi ve yapıcı insan ilişkileri kurmak, hayvan, bitki ve çevreye zarar vermemek,, başkalarının mahremiyet alanına girmemek, üzerimize vazife olmayan hususlarda söze ve işe karışmamak, haddini bilmek, diğerlerinin aleyhine olacak şekilde öne çıkmamaya çalışmak, başkalarından rol ve vazife çalmamak, eğer mal sahibi isek mal, makam sahibi ise makam, ünvan sahibi isek ünvan karşısında hazımlı olmak, etrafla yardımlaşma ve dayanışma içinde bulunmak, cömert, fedak3ar ve feragat sahibi olmak her zaman ve zeminde kabul görmüş, makbul sayılmıştır. İfrat ve tefritten sakınmak, aşırılıklardan uzak durmak her kültürde tavsiyeye şayan bulunmuştur.
Bütün bu yaptırımlar bir noktada güzel ahlaklı olmayı tembih ederek insanı daha korunaklı ve mutlu, dünyayı da daha huzurlu kılmayı amaçlar. İnsanlık tarihi boyunca ahlak konusu hep gündemde tutulmuş, bununla alakalı olarak dinî, edebî, felsefi, metinlerin yanısıra doğrudan bu konuda fikir serdeden eserler kaleme alınmıştır. Edebî eserlerin çok büyük bir yekûnü insanın iç gelişimine, tekâmülüne hizmet ederek onu daha üst bir noktaya taşımayı hedefler.
Doğu kültüründe masallar, menkıbeler, kıssalar, mesneviler gibi edebî türlerin yanı sıra doğrudan bu vadide kaleme alınmış nasihatnameler (nushiyye), pendnameler, ahlak kitapları yazılmıştır. Ahlak-ı Alai, (Kınalızade Ali Efendi’nin) Hayriyye-i Nâbî, (Nâbî’nin), Tuhfe-i Vehbî (Sünbülzâde Vehbî’nin) bu vadide örnek verilebilir.
Batı dünyasında da dinî, felsefi metinlerin yanı sıra sanattan da eğitim amacıyla geniş ölçüde yararlanılmıştır. Mesela “Cyrano de Bergerac”’taki (Edmond Rostand’ın) “İstemem Eksik Olsun” başlıklı manzum tirad uzun yıllar okullarda öğrencilere ezberlettirilmiştir. Öğrencinin başlangıçta sadece bir vazife duygusuyla zihnine yerleştirdiği böyle bir metnin manasını yaş aldıkça kavrayacağını, bir dünya görüşü olarak benimseyeceğini düşünmek bir hayal değildir.
Eğitim deyince akla öncelikle çocuklar ve gençler gelir. Oysa bu güzergahta eğitilmenin, öğrenmenin, mesafe katetmenin sonu yoktur. Ömür boyu bütün kanallarımızı açık tutarak her an yeni bir şey öğrenmeye aç ve susuz olmak, her anımızı bir öncekinden daha verimli kılmaya çalışmak matlup olandır.
İnsan kapdan kaba dökülerek, halden hale girerek yol alırken; çocukluk, gençlik, tecrübesizlik, cahillik, hesapsızlık, dağınıklık, yetersizlik, gibi sebeplerle hayatını çıkmazlara sokup, hem kendisini hem de yakın ve uzak çevresini zarara sokacak adımlar atabilmektedir. Çocuklar ve gençler, her türlü riske daha açıktırlar. Bu sebepten heyecanları ve hevesleri akıllarının önünde giden, kanları deli deli akan belli yaş gruplarının zaaflarından ideolojiler, fikir akımları, çılgın moda ve tarzlar hep yararlanmışlardır. Bu itibarla çocuklar ve gençlerin özel bir dikkate ihtiyaçları vardır.
Hatasız kul olmaz. Ama her adımda hata yaparak, büyük yanlışlarla ömrünü karalama defterine döndürerek doğruları bulmak çok da akılcı bir büyüme süreci sayılmaz. . Böylesi bir doğruyu bulma yöntemi hem çok vakit alır hem de sahibini tamir veya telafi edilemez bir biçimde yıpratabilir. Ayrıca her türlü zaaf, hata, yanlış, ayıp ve günahlar zaman içinde her hangi bir şekilde insanın önüne düşmekte, ayağına dolanmaktadır. Bu anlamda derin pişmanlıklar, acılar, vicdan azapları ve kalıcı maddi ve manevi hasarlar yaşamak da söz konudu olabilir.
Buna mukabil ufak tefek kusurlar, çabucak geri dönülebilen yanlışlar herkes içindir ve bir dereceye kadar mazur görülebilir. Hoş görü sınırları içine dahil edilebilir. Beşer olmanın bir icabı sayılarak hafife alınabilir. “Beşer şaşar” sözü istisnasız hepimizi kuşatır. İnsan fıtratı gereği kusurdan ari değildir.
“İyi insan, erdemli insan”, yetiştirmek adına eğitim ve sanat dahil bütün vasıtaları devreye sokmak ülkelerin en temel politikalarıdır. Âilelerin, sokakların, okulların, medyanın ve sivil toplum kuruluşlarının da bu konuda üzerinde düşeni yapması, faal rol oynaması beklenir. Zira hiç bir kimseyi feda etmeye, gözden çıkarmaya, çalmadık kapı, ulaşılmadık can bırakmaya hakkımız yoktur.
Belkıs Altuniş Gürsoy
Belkis hoca nekadar zamanli bir konuyu ele almis ve insanin derinliklerine degecek bir bicimde her zamanki insani derinligi ve edebi huneriyle dile getirmis. Bize daima bir butunun parcasi oldugumuzu hatirlamamizin bile bize etrafimizla en iyi iliskiler icinde yasamimizi surdurmemizde ne denli faydali olacagini ima etmis. Ben de bir kac laf etmek istedim. Insan ortami nekadar canli ve mutlu is biz de o kadar saglikli ve mutlu oluruz bence. Insanin icindeki guzel, iyi ve sevgi ortaya cikar. Yasamda her sey dogru ve dikensiz gitmeyecektir. Ancak her guclugu asmak ta insanin icindeki iyiye ve guzele degmekle olusacak gorunmeyen enerjiyi gorunen hale getirerek bize zorluklari asmak icin gerekli ivmeyi verecektir. Bu guc te buyuk capta derin sanat yapitlari ile yakinlikla gelisir. Insan bir araba surucusu gibidir. Araba giderken ona sadece benzin vermek yetmez ara ara icindeki, onun gorunen ve gorunmeyen arizalarini da giderken tamir etmek ve yolumuza cikan dikenleri temizlemek zorundayiz. Bunlari da kendimiz yaptikca daha da gucleniriz. Bunda da hem maddi beceri ve hem de fikir ve hayal dunyamizin zenginligi bizde gerekli dengeyi saglayacak ve ileri gitme gucumuzu canlandiracaktir.