Yemen’le ilgili bir çok ezgi, hikâye, hatıra ve tarihî bilgi zihinlerimizin bir köşesinde dinmeyen bir sızı halinde yer etmiştir.
“Mızıka çalındı düğün mü sandın?
Al yeşil bayrağı gelin mi sandın
Yemen’e giden gelir mi sandın.”
Örneğinde olduğu gibi yüreğimizi titreten, elem dolu bir çığlık olup içimizi dağlayan nice nağme; bizi her seferinde damarımızdan yakalamış, can evimizden vurmuştur.
Belki de bu gönül yarasının sevkiyle günümüz nesilleri; Yemen’le ilgili bir bahis açılsa “bizim o kadar uzak coğrafyalarda ne işimiz vardı” diyerek hemen sorgulayıp yargılamaya başlıyorlar. Sahi bugünün gözlüğüyle bize yarı masal, yarı efsane gibi görünen o ırak diyarlarda ne işimiz vardı? Yemen neresi, vatan neresiydi? Ömrünün baharındaki nice taze canı çölün sıcağına, yolun yokuşuna, gurbetin belalısına süren sebep neydi? Gidenin dönmediği Yemen elleri ile ne alıp veremediğimiz vardı?
Gelin bir nebzecik olsun bu vadiyi beraberce yoklayalım. Geçmişin bu kahır yüklü perdelerini birazcık olsun aralıyalım :
Arap Yarımadası’nın Güneybatı ucunda yer alan Yemen; stratejik ve jeopolitik konumu gereği büyük önem taşıyan ve tarihi çok eskilere dayanan bir toprak parçasıdır. Yemenliler, Hz. Nuh’un büyük oğlu Sam’in soyundan geldiklerine inanırlar. Başşehir San’a’nın adını da Sam’den aldığını söylerler. Yemen bölgesinde tarih boyunca büyük medeniyetler kurulur. M.Ö. 3000’de Saba Melikesi Belkıs; San’a’ya 160 km uzaklıkta olan sarayında hüküm sürer. Hz. Süleyman’la olan alışverişi de bu topraklar üzerinde cereyan eder.
Hz. Muhammed. Medine’de bir İslam devleti kurduktan sonra komşu ülkelere mektuplar ve elçiler göndererek onları İslam dinine davet eder. Hicret’in 10. Yılında Hz. Ali ve sahabeden bazı kimseler, yanlarında Hz. Muhammed’in bir mektubu olduğu halde Yemen’e gönderilir. Yemen’in bir kısmı bu davete olumlu cevap vererek Müslüman olmayı kabul eder.
Hz. Ömer zamanında Yemen tamamen Müslüman bir hüviyet kazanır. Daha sonra bu ülke; Emeviler, Abbasiler, Eyyübiler, tekrar Abbasiler, tekrar Eyyübiler , Ğassaniler. Amiriyeler gibi değişik milletlerin hakimiyeti altında kalır.
Yavuz Sultan Selim 1517’de Mısır’ı fethedip Memlük Sultanlığı’na son verince Mekke şerifi Kabe’nin anahtarlarını Osmanlı padişahına gönderir. Yemen emiri de Osmanlı Devleti’ne bağlılığını dile getiren bir heyeti bir çok hediyeyle birlikte Devlet-i Aliyye’ye (=Osmanlı Devleti) ulaştırır. Bu şekilde Yemen kendi isteğiyle Osmanlı Devleti’ne bağlanmış olur. 1538’de Yemen’in Osmanlı’ya katılma keyfiyeti daha kesin bir hüviyet kazanır.
Yemen; Avrupa ile Orta Doğu ve Uzak Doğu arasında köprü vazifesi gören ve ticaret yolları güzergâhında bulunan bir konumdadır. Amerika ve Ümit Burnu keşfedildikten sonra da bu güzergah, kısa ve pratik bir ulaşım yolu olarak önemini korumayı sürdürür. Bâbu’l-Mendeb Boğazı; Aden Körezi’nden Kızıldeniz’e ulaşan bütün geçiş yollarını kontrol altında tutar. Bu boğaz bu sebepten askeri ve ticari anlamda çok önemli bir yer işgal eder. Aden körfezi, Perim adası, Şeyh Said ve Cibuti bölgenin diğer önemli kavşak noktalarıdır.
16. Yüzyılda Portekizliler Yemen’i elde etmek isterler. Bu taleplerinin başlıca iki temel sebebi vardır :
1) Hıristiyan dünyasının Müslüman ülkeleri kuşatmak ve Hıristiyanlığı buralarda yaymak istemesi
2) Avrupa-Hindistan deniz ticaret yoluna hakim olmak
Yemen’de çok çetin bir direnişle karşılaştıkları halde tutunmayı başaran Portekizliler; hızlarını alamıyarak Kızıldeniz’ndeki adalara, Arap Yarımadası kıyılarına ve Hindistan’a kadar uzanırlar. Devrinin en büyük Müslüman devleti olan Osmanlı, Yemendeki Müslümanlara sahip çıkmak ihtiyacını duyar. Arap Yarımadası’nın güneyine yerleşip kuzeyine doğru ilerlemeye çalışan ve Hicaz’ı ele geçirmeyi planlayan Portekizlilere karşı kutsal toprakları koruma sorumluluğu ile hareket eder. Bu suretle Osmanlı Devleti, savaş halinde olduğu İran’la da iş birliği içinde olan Portekiz’le büyük bir mücadele içine girer. Portekizlilerin bütün saldırıları Osmanlılar tarafından püskürtülür.
Avrupa devletleri jeo-politik yönden son derece önemli olan Yemen’le yakından ilgilenerek; bu ülkede söz ve pay sahibi olmak adına projeler geliştirirler. İngiltere ve Fransa; Orta Doğu ve Avrupa’ya giden ticaret trafiğini yönetmek amacıyla askerî ve ticari yönden büyük ehemmiyet taşıyan Aden’i elde etmek için pek çok kanaldan faaliyet sürdürür ve sistemli olarak çalışır. İngilizler hilafeti Osmanlılardan almak ve bütün İslam dünyasına hakim olmak emelini beslerler.
1761 Yılından itibaren içine Yemen’i de içine alan bütün bir coğrafyaya bilimsel araştırma yapmak gayesiyle takım takım bilim adamı, subay ve ajan gönderirler. İngilizler Osmanlı Devleti’nden Aden’de kömür çıkarma izni koparırlar. Bu vesileyle sokuldukları Aden’e Londra Protestan Misyoner Merkezi üyelerini, araştırmacıları ve casusları yollarlar. Devlet-i Aliyye aleyhinde propaganda yapan ve Yemenlileri isyana teşvik eden bu Avrupalılar, Osmanlı ‘ya karşı kullanılmak emeliyle şeyhlere, emirlere ve halka para ve silah dağıtmak konusunda bir hayli cömert davranırlar. Nihayet İngilizler Aden’i, Babu’l-Mendep Boğazı’nı ve Perim adasını ele geçirirler. Osmanlı 1839’da Yemen’i yeniden fetheder.
Yemen’de sureta araştırma yapmaya gelen heyetlerin Arap emir ve şeyhlerine kendilerini bilim adamı ve doktor olarak tanıttıkları ve onlardan ücretsiz yardımcı personel ve destek aldıkları tarihî bir gerçek olarak bilinir. Kendi devletlerinden de maddi ve manevi teşvik gören bu kimselerin bu faaliyetleri kesintisiz bir şekilde devam eder.
Sömürgecilik anlayışında “bilme, anlama, saygı duyma, sevme ve onun tarafında görünme” çok önemlidir. Bu kimselerden bazıları sözde Müslüman olmuş (ihtida etmiş) görünerek Arap isimleri alır, Arapça öğrenirler. Hem emir ve şeyhlerin hem de Yemen halkının sempati ve güvenini kazanmak uğruna Arapça konuşup, Arap kisvesi ile gezmeye ve Arap tarzında yaşayarak, yeyip içmeye özen gösterirler. Kabileler arasında dolaşarak, halkın içine karışarak kitleleri Osmanlı aleyhine kışkırtmak ve isyana teşvik etmek adına silah dağıtmak ve para yardımı yapmak da dahil her türlü yolu kullanırlar. Bu Avrupalı ajanlarca beslenen iç karışıklık ve isyanların ardı arkası kesilmez.
Bu görevliler, sadece Osmanlı aleyhinde propaganda yaparak halkı isyana teşvik etmek ve karışıklık çıkarmakla yetinmezler. Bütün Devlet-i Aliyye topraklarında olduğu gibi Yemen’de de bu art niyetli bilimsel geziler aynı zamanda tarih ve tabiat zenginliklerin yağmalanması amacını taşır. Bu seyyahlar, bu yolla yüzlerce Arapça yazmayı, tarihî eseri, belge ve koleksiyonu Avrupa müze ve kütüphanelerine taşırlar.
Orta Doğu tarihine ait en değerli belge hükmünde olan Sabiîlere ait iki bin kadar yazıtı ve diğer kıymetli eşyayı Berlin ve İngiltere müzelerine kaçırılır. 1836 da Yemen’e gönderilmiş olan “Paris Tabiat Tarihi Müzesi” elemanlarından Fransız Botta, 500 kadar türden oluşan bitki koleksiyonunu ülkesine götürür.
Bu ülke 1918 yılına kadar yaklaşık 401 yıl Osmanlı Devleti’ne bağlı kalır. Bu zaman zarfında 300.000’den fazla vatan evladı bu topraklarda şehit olur. 1918 yılından sonra kendi rızalarıyla Yemen’de kalan bazı subay ve askerlerin torunları da dahil, bugün bu coğrafyada on binden fazla Türk yaşamaktadır.
Ethemoğlulları Köyü Türklerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerdendir. San’a’daki Bi’r-ül Azep mahallesi daha ziyade bir Türk mahallesi olarak tanınır. Osmanlı Yemen’i yenilmek suretiyle değil; Mondros Mütarekesi dolayısıyla kaybeder. Osmanlı çıktıktan sonra önemli ölçüde İngiliz hakimiyetine giren bu ülke, Yemen Cumhuriyeti adını aldığı 1990 yılına kadar çok büyük acılar çekerek varlığını sürdürür. Yemen’de Osmanı döneminden kalmış ecdat yadigârı pek çok kale, gözetleme kulesi, cami, çarşı, su sarnıcı ve hamamın yanısıra bir de Osmanlı karargâhı mevcuttur.
Evet, Yemen’deki tarihî seyrimizi kalın çizgilerle de olsa ifade etmeye çalıştık. Geçmişimizin bir parçası olan bu ülkede bir “Türk Şehitliği” yaptırmak, Osmanlı eserlerinin korunması ve restorasyonu ile meşgul olmak ve oradaki Türk nüfus ile kültür köprüleri kurmak gibi faaliyetleri hayata geçirmeyi düşünebiliriz.
Belkıs Altuniş Gürsoy
Her ne zaman kendime mırıldansam boğazımın düğümlendiği, göz yaşlarıma hakim olamadığım bu türkü ecdat kanıyla sulanmış Yemen ile ilgili kuşkusuz. Bana başka bir türküyü hatırlattı: Havada bulut yok, Bu ne dumandır… Yeni nesil – tabii hepsi değil – türkü dinleyerek büyümediği ve çok türkü dinlemediği için tarihi duyguyu da çok hissedemiyor ve bu tarihe uzak birinin soracağı “ne işimiz vardı orada?” gibi abes bir soru soruyor. tarihi olaylar geçmiştir ama tarihi duygular geçmiş olmaz. Bu noktada, “türküler tarih bilinci kazandırmak için çocuklarımıza, gençlerimize dinlettirilmelidir” diye düşünüyorum.
Yemen ile ilgili hatiralar kumesi icinde ben de, Yemen ile ilgili nekadar icli-disliligimiz oldugunu hatirlayalim derim. Bir Yemen kahvesi bile dunyaya onu Turk kahvesi olarak tanitan bir ortak degerimiz degil mi? Bu ve benzerleri arasinda sanattaki ic icelik benligimizde silinmeyen izler birakmistir. Bu vesileyle benden once yorum yapmis olan sayin Nurgul hanimin ‘Turkuler tarih bilincimizi kazandirir’ sozlerine candan ve inanarak katiliyorum. Hatta blzimle anlamli bir bicimde butunlesen butun sanat eserleri de, ozellikle onlarla rahatca kendimizi ifade edebildigimiz oranda ve hatiramizda belirmeleri aliskanlik haline gelebiliyorlarsa , ornegin turkuler gibi, kendiliginden belirip nukte nukte dokulenlerek bize, gunluk yasamimizdaki butun guclukleri, onlarin nagmeleri arasindaki gizemlerle asma enerjisini verir iddiasinda bulunacagim.