Şiir, haricî âlem ile deruni âlem arasındaki alışveriş huzmelerinin büyülü bir terkip halinde söze dökülmesi, kelimeler dünyasında beden bulmasıdır. Şiir, içinde cihanı saklayan kelam cevherinin süzülüp damıtıldığı altın bir sürahidir.
“Şiir, tarif edilemez“ derler ki, doğrudur. Ama yine de birçok şiir tarifi ile karşılaşılır.
Şiir söz kalıbını katbekat aşan, ölçülere sığmayan güzelliğin adıdır.
“Şiir mutlak hakikati arama işidir.”
“Şiir duadır.”
“Şiir lisan musikisinde erimiş ben”dir.
“Şiir, darası alınmış sözdür.”
“Şiir, bir ürperti, bir kıvılcım”dır.”
Söz, özün aynası, özün dışa yansımasıdır. Şiir ise söz içre söz, yürekteki közdür.
“En güzel, en büyük, en doğru şiir, bir hakîkat-ı müdhişenin (müthiş hakikatin) tazyiki altında hiçbir şey söyleyememektir. İnsan bazı kere hatırına gelen bir hayali tanıyamaz, o kadar güzeldir. Zihninden uçan bir fikre yetişemez, o kadar yüksektir. Kalbinde doğan bir hissi bulamaz, o kadar derindir. Bu acz ile bir feryat koparır yahut pek karanlık bir şey söyler yahut hiç bir şey söylemez de kalemini ayağının altına alır ezer. Bunlar şiirdir”.
Tarih boyunca şiirin ne olup ne olmadığı hakkında fikir yürüten birçok poetika ( =şiir sanatı felsefesi) kaleme alınmıştır. Ama asıl şiir; yaşayıp da yukarıda da zikredildiği gibi söyleyemediklerimizde gizlidir. Kelimeler; bizi bazen can evimizden vuran, hasret oduna yakan, acıyla kavuran, bazen de mutluluk ve sevinçle heyecanlara boğan çeşitli insanlık hallerini ifade etmekte çoğu zaman yeteriz kalır. Zira kalem ne kadar kudretli olursa olsun, dile düşen, kâğıtla buluşan söz öbekleri yaşanmışlığa nispetle bir hayli hafif kalır. Türlü beşeri durumların derinliğı, coşkunluğu, ağırlığı ne ölçüde ustalıkla anlatılırsa anlatılsın kelama geldiğinde gerçek yoğunluğunun birçok kademe aşağısına düşer. İrtifa kaybeder. Bu sebepten “şiir susmaktır” tarifi şiirin bu cihetine işaret eder. “Anlatamadıklarımız” asıl şiirdir. Bu bir varoluş gerçeğidir.
Şiirin bir bağış, bir hediye (vehbî= Allah vergisi) )işi mi yoksa bir ceht (kesbî=çalışıp kazanma) işi mi olduğu bahsi öteden beri tartışıla gelmiştir. Her iki bahiste doğrudur. Fuzuli, “ilimsiz şiir olmaz” der. Kelimeleri tezgâhta nakış nakış dokumak, mısralardan abide yapmak kabiliyet, ilim ve ceht işidir. Şairin öncelikle lisan denilen enstrümanı iyi çalması, dile hakim olması gerekir. Sonra da yerli kültürdeki hazır malzeme ile evrensel kültürün kilometre taşlarını özümsemiş olması beklenir. Bu hususlara ilaveten onun çağının ruhunu yakalamış, söylemini kavramış olması ümit edilir. Zirvedeki söz ustalarının eserleriyle beslenmek, iyi şiirin ses terbiyesinden geçmek şairliğin olmazsa olmazlarındandır. Divan şiirindeki “nazirecilik geleneği” bu anlamda bir okuldur. Usta bir şairin eserinden yola çıkarak, o eserin benzerlerini üretmeye çalışmak, iyi bir alıştırmadır.
Bizim kültürümüzde şiire heves edenlere Divan şairlerinin eserleri ile hemhâl olmaları tavsiye edilir. Saf şiire, gerçek şiire ulaşmak; çetin ve dar bir yolda yürümeyi gerektirir. Şairin zihnî tekâmülü, ruhi olgunluğu, ferdî donanımı, estetik terbiyeden geçmiş olması, seziş kudreti şiirinin kalitesine doğrudan etki eden unsurlardır.
Eski çağlarda Doğu’da ve Batı’da şair din adamıdır, kâhindir, büyücüdür, şifa dağıtıcıdır, bilgedir, toplumun kanaat önderidir. Günümüzde de şair hem estet hem de gönül adamıdır. Bir anlamda maveradan seslenendir.
Doğu’da ve Batı’da ilham denilen ve İlahi kaynağa bağlanan bir imtiyaz halinin varlığına inanılır. Saf şiir, “saf ruhların harcıdır. Saf ruhlar ise Allah’a daha yakındırlar” mealindeki söylemler yaygındır. “İlk mısra İlahi bir bağıştır, kendiliğinden gelir” diyen bir çok poetika yazarı vardır. Bu ilk mısra, şairin zihnine kısa vadeli olarak uğrayıp, hemen de çekip gitmişse kayda değer bulunmayabilir. Ama bir sabit fikir gibi, ısrarlı bir şekilde zihinde dönüp dolaşıyorsa, o zaman bu “inen” mısraa durup da kulak vermek gerekir. İlham, “sadâ-yı yezdanî”, “Rabbanî ziyaret” “nazar-ı İlahi”, “tebessüm-i İlahi”, “şiir perisi”, ilham perisi” gibi ifadelerle anılmış; hep bir şekilde kutsal olana bağlanmıştır.
Bu gelen ilk mısraı yontup işleyerek ondaki söz cevherini açığa çıkarmak şairin işidir. Şair, üretme safhasında doğum sancısı çeker gibi zorlu ve uzun bir sürecin içine girer. O, “vecd ü istiğrak” anları dediğimiz farklı bir varoluş boyutuna taşınır. Artık o yaşadığı zaman ve mekândan kopmuş olarak başka bir vadide kanat çırpmakta, Kaf dağının arkasındaki söz Anka’sını yakalayıp inci gibi iplere dizmeye çalışmaktadır.
Daha çok Âşık Edebiyatı’nda gördüğümüz ve irticalen (=doğaçlama) dediğimiz o anda doğduğu gibi, içinden geldiği gibi şiir söyleme hali; insanlığın kadim zamanlardan beri çok da aşina olduğu bir tarzdır. Bu tarzın erbabının, bu imtiyazını doğrudan doğruya İlahi kaynağa bağladığı bilinir.
Şiirin malzemesi tanıdık bildik malzemedir. Şair, herkesin ağzında sakız olan kelimelerden, hayatın içinde eğilip büğülen, kırılıp dökülen ham malzemeden yeni, orijinal filizler yeşertmek durumundadır. Değil mi ki aynı taş, kum ve harçla kimileri sıradan binalar üretirken, kimileri şaheserlere imza atar? Değil mi ki, kaba mermer ve taş bloklardan, künd bronz ve tunç kitlelerden göz kamaştıran heykeller yapılır. Burada yaratıcı zekâ, icat kabiliyeti, birikim, ehliyet işin içine girer.
Şiirde, garip, mantık dışı, yakışıksız olmamak kaydıyla daha önce yakalanmamış benzetmeleri, akla gelmedik imajları düşünüp bulmak ve estetiğin prensipleri ile konuşmak esastır. Mısraları fazlalıklardan, eksikliklerden kalabalıklardan, sivriliklerden, uyumsuzluktan arındırma, mısraları tekrar tekrar kurup bozma, farklı kelimeleri aynı yere koyup kaldırma, yeni sesleri bulup deneme, parçayı bütünün içinde, kelimeyi mısraın içinde, mısraı şiirin içinde defalarca yüksek sesle okuma, titiz bir işçilikle çalışıp didinme…… Eser ortaya çıktıktan sonra da demlenmeye bırakma.. Arada bir tekrar tekrar okuma, eserle araya mesafe koyma, eserle araya zamanı koyma, yeniden yeniden gözden, elden geçirme….
İyi bir sanat ürünün uzun yılları içine alan sıkı bir hazırlık devresinin ve titiz bir çalışmanın semeresi olduğunu söylemek zannederim yanlış olmaz.
Sayin Gursoy herzamanki sihirli kalemiyle bu yazisiyla da bizi guzel dunyalara tasimis. Siir darasi alinmis sozdur diyor. Cok defa sozumuz az ve oz olmak ister de biz onu, belki korkularla, fazla laflarla susleyerek sunar ve sozun gercek anlamini kamufle ederiz. Boyle bakinca da siir belki safca ve fakat cesaretle kendini kendine ve onu anlayana anlatmaktir. Sairin cok ile ve kuru kalabalikla isi yoktur. Safi ve dogruyu iletir. Iste burada muzikle buyuk bir benzeyis icindedir. Hep aradigimiz bizi bize buldurur ve mutlu kilar. Bazi esyalarimizi digerlerinden ayri tutmamiz ve onara bagli olmamiz da bana gore bir bakima onlardan bize akan, gorunmeyen ve elle tutulamayan estetik akimi icindeki gizem nedeniyledir. Iste orada, yeterince uzaninca hepimizin degebilecegi evrensel dogru yatar. Sair iste buna herkesten once ve dolu dolu varandir. Velhasil siir, sair ile onu anlayan arasinda olusan oznel bir kopru kurma ve iletisim saglama sanatidir dersek yanlis olmayacaktir. Gercek sanati da siir gibi yapan bu hassadir bence. Sayin Gursel’e bizi gerceklesmeye hazir duran hayal alemimizde bir kac an gecirmemize yardim ettigi icin candan tesekkurler. Sagolsun.
şiir hakkında şiir tadında bir yazı.