“Sanat hayatın aynasıdır”. Hayat, sanat ve felsefe aynı ovada suları birbirine paralel olarak akan üç nehir hükmündedir. Bu üç nehirin suları zaman zaman birbirine karışır. Her biri yekdiğerini besler ve büyütür. Asıl yapıcı, temel kaynak ise hayattır. Hayat; bir taraftan sanatı ve felsefeyi yönlendirirken; bir taraftan da bu iki unsurdan etkilenerek yeni kalıplar içinde, yeni mecralara doğru yol alır. Hayatın olduğu gibi sanatın da tabiatında devamlılık esastır.
Sanatkâr, zamanın ruhunu, söylemini yakalayabildiği, çağının sesi, soluğu olabildiği ölçüde değer kazanır. Büyük ustaların zaman ve mekân üstü bir tavırları vardır. Bu tarzın sırrı insanı künhünden kavrayabilmiş ve hayatı özümseyebilmiş olmakta gizlidir. Sanatkâr döneminin sözcüsü ve temsilcisidir. Evet, her çağın ihtiyacı, her çağın söylemi farklıdır. Sanatın malzemesini hayat verir. Hayatın ve zamanın sundukları ve dönemin formları üzerine sanatkâr kendi şahsî çizgisini, kendi üslubunu yerleştirir. Sanatı özgün yapan husus da budur. Sanat, genel geçer malzeme, sitil ve estetik formları kullanarak, kendi kimliğinin, kişiliğinin izlerini taşıyacak şekilde yeni bir eser inşa etme faaliyetidir.
Divan Edebiyatı, asırlar boyunca hüküm sürmüş, büyük eserler vermiş rafine bir edebiyattır. Bizim klasik edebiyatımızdır. Her ne kadar son sözünü söylemiş, saltanatını sürmüş, miadını doldurmuş görünse de bizim kültürümüzün önemli kilometre taşlarından biridir. Bir yüzüyle yeniye ve geleceğe bakar.
Bu edebiyatın örneklerinde cilt cilt kitapları kapsayacak felsefi zenginliklerin, muhteva derinliklerinin çoğu zaman iki mısraa sığdırıldığını görürüz. Derin bir lirizm, hayal, his ve fikir zenginliği, az sözle çok anlam ifade etme ve veciz söyleme bu kadim edebiyatın alametifarikasıdır. İçinde “sehl-i mümteni” ( kolay ve sade göründüğü halde bulunup söylenmesi ve taklidi zor olan söz) denilebilecek cinsten yüzlerce beyit ve “mısrâ-ı berceste” ler (en kuvvetli, en güzel olan mısra) barındıran elit bir sanattır.
İlim ve sanatta zaman aşımına uğramış olmak gerçek değerlerin değerini azaltmayıp, bilakis artırır. Geçmişin tozları arasında kalmış, sahneden çekilmiş gibi zannedilen nice sanat eseri beşeri tecrübenin, yaşanmışlığın, insan aklının ve hünerinin bir zaferi olarak uzakları yakın, bilinmeyenleri aşikâr kılar.
Aristophanes, Euripides, Sophokles, Hafız, Mevlana, Yunus, Fuzûlî, Bâkî, Nâbî, Nefî, Cervantes, Shakspeare, Hafız, Dante, Goethe, Balzac hayat sahnesinden çekileli çok oldu. Artık bu çağın adamları değiller, dilleri de eskidi diye kıymetten düşebilirler mi?
Mozart, Bach, Liszt, Wagner eski sayılabilir mi? Dede Efendi, Itrî ve Hafız Post’un modası geçer mi? Michelangelo, Leonardo da Vinci, Raffaello hükümlerini yitirdiler mi? Her geçen gün yeniden yeniden sahnede, konserde, müzede, sergide muhataplarını büyülemiyorlar mı? Şehirlere serpiştirilmiş onlarca mimari eser, binlerce insanın hayranlık ve takdir dolu bakışlarına hedef olmuyor mu?
Divan Edebiyatı bizim gizli servetimizdir. Şimdilerde tahtını kaybetmiş bir hükümdar konumunda ise de azametiden ve ihtişamından hiçbir şey kaybetmemiştir. Yeterince kıymet verilmiyor olsa da bir gün buğulu örtülerinin altından çıkacak, hakettiği ölçüde rağbet görecektir.
Divan edebiyatı, hayattan kopuk ve gündem dışı asla değildir. Tam tersine çoğu yerde dünyayı anlamış, hadiselerin üstüne çıkmış bir bilge tavrıyla hikmetin dilinden konuşur.
Bu mealde bir kaç beyit örneği vererek yazımızı tamamlayalım :
Şeb-i yeldâyı muvakkitle müneccim ne bilir
Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç sâat,
Sâbit
(Yılın en uzun gecesinin hangi gece olduğunu ne vakti tayin eden, ne de yıldızların ilmine vakıf olan kimse bilemez. Gecelerin ne kadar uzun olduğunu gama müptela olmuş olanlara sorun.) (Gecelerin ne kadar uzun olduğunu ancak dertli olanlar bilir. )
Bağ-ı dehrin hem hezârın hem bahârın görmüşüz.
Biz neşâtın da gamın da rüzgârın görmüşüz.
Nâbî
(Dünya bağının hem ilk baharını hem de son baharını, neşenin de gamın da zamanını görmüşüz.) (Biz hem iyi hem de kötü günler görmüş olduğumuzdan dünya halini iyi biliriz.)
Sunar bir câm-ı memlû bin tehî peymâneden sonra
Felek dilşâd eder ehl-i dili ammâ neden sonra
Sâbit
(Felek (dünya), insana bin boş kadehten sonra (nihayetinde) bir dolu kadeh sunar. Dünya, gönül adamlarını ancak işi işten geçtikten sonra sevindirir.)
Yoktur siper bu kubbe-i firûze fâmda
Zerrât cümle tîr-i kazâya nişânedir.
Ziya paşa
( Şu mavi renkli gök kubbenin altında siper edinecek yer yoktur. Mevcut olan her şey kaza oklarına hedeftir.) ( Dünyaya gelen herkes pek çok sıkıntıya düçar olur. Bu durumdan kaçış yoktur.)
Bende yok sabr ü sükûn sende vefâdan zerre
İki yoktan ne çıkar fikredelim bir kerre
Nâbî
(Bende sabır ve sükunet sende ise vefa yoktur. Bu iki yoktan birşey çıkmaz. Bir kere olsun fikredelim. )
Cihânın nimetinden kendi âb u dânemiz yeğdir
Elin kâşânesinden kûşe-i vîrânemiz yeğdir.
Bâkî
(Bizim kendi su ve ekmeğimiz (tanemiz) dünyanın nimetlerinden iyidir. Kendi viran köşemiz elin köşkünden daha iyidir.) (Her ne durumda olursan ol, hâlinden razı olmasını bil.)
Ger ben ben isem nesin sen ey yâr
Ger sen sen isen neyim men-i zâr
Fuzûlî
(Ey sevgili, şayet ben, ben isem sen kimsin. Sen, sen isen ağlayıp inleyen ben kimim.)
Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayri
Fuzûlî
(Bana gönlümün ateşinden başka kimse yanmaz. Sabah rüzgarından başka kimse kapımı açmaz.)
Hak tecellî eyleyince her işi âsân eder
Halk eder esbâbını bir lahzada ihsân eder.
(Allah isterse her işi kolaylaştırır. O işi kolaylaştıran sebepleri yaratarak, bir an içinde ihsan eder.)
Belkıs hanım, çok güzel bir yazı olmuş, hakikaten bir gizli define, keşke bu konularda çalışabilecek, nice projeler üretebilecek gençler desteklense ve bu değerlerimiz de, sanat kültür ve felsefemizi, daha iyi tanıtmak için dünyayı dolaşsa… Güzel ve faydalı alıntılar yaptım, teşekkürler. Saygı ve hürmetlerimle…
Bâkî, zamani olmayan “Cihânın nimetinden kendi âbu dânemiz yeğdir
Elin kâşânesinden kûşe-i vîrânemiz yeğdir.” ibaresi ile bize kendimizi tanimamizin ve takdir etmemizin onemini hatirlatmiyor mu? Belkis hanim bu sonzuzluga giden derin sozleri bize hatirlatmakla yasamin butun zenginliklerini kendi icmizde arayip bulacagimizi hatirlatmiyor mu? Bu zenginlikler de oylesine kisisel nuanslarla olusur ki bir nebzesini bile kaybetmeden saklamaliyiz. Divan edebiyatinin derinliklerini bir nebze de olsa bizlere sunmakla Belkis hanim ne kadar da, bizim yasam akisimimizin yolunu, orada beliren dikenleri sevecen bir tutumla temizleyip yolumuzu acarak devam etmemiz gerektigini hatirlatiyor gibi.