Galile, “dünya dönüyor” dediği için Engizisyon cellatlarının elinde giyotine götürülürken, bir avuç taraftarının ısrarlı talebi üzerine, “dünya dönmüyor” diyor; ama hemen ardından da hakikatı her türlü korku ve hatırın üstünde tutarak, O’nu tarihe altın harflerle kazıyan şu cümleyi haykırıyor:”Dönmüyor desem bile gerçek değişmeyecek; çünkü dünya dönüyor”
Bu sözleri her ne kadar Galile’nin hayatına mal olduysa da asırlar boyunca tüm insanlığa önemli bir miras olarak kaldı.
Kimileri çıkıp, “kral çıplak” dedi, kimileri de merhum Akif’te ifadesini bulan “Gelenin keyfi için geçmişime sövemem” sözünü hayat düsturu etti kendisine…
Tarih, ölümü pahasına gerçeği haykıranlarla, bu gerçeğe karşı kılıç kalkan savaş açanların trajik hikayeleriyle doludur.
Tecrübeyle sabittir ki, başta egemenler olmak üzere, karanlıktan beslenenler ve de narsisler kendi çıkarlarının hilafına olan her türlü fikre ve teze karşı çıkmışlardır. Besbelli ki, kıyamete kadar da böyle sürüp gidecek.
Önemli makamlar, küçük hesaplar uğruna büyük davalara hıyanet edenler tarafından işgal edilince, nabza göre şerbet, mızrağına uygun da çuval icat ediliyor.
Mevla’na, Mesnevi’sinde küçük ama ibret yüklü bir kıssadan hisse aktarıyor:
Baykuşla, güvercin havada karşılaşırlar. Baykuş, güvercine “Benim gözlerim öyle keskin öyle keskindir ki, örneğin şu aşağıdaki tarlada tek bir buğday tanesini bile görebiliyorum. İnanmıyorsan birlikte inip bakalım” diyor. Baykuşun bu cüretkar ve iddialı tavrı üzerine, güvercin daveti kabul ediyor:
“Madem öyle görelim bakalım ne kadar keskinmiş gözlerin”
Koskoca tarladaki tek bir buğday tanesini görebilen baykuş ne yazık ki, avcıların kurduğu büyük tuzağı göremeyince, av olmaktan kurtulamıyor.
Etrafta bu kadar büyük tuzakların kurulu olmasına karşın, kanaat önderlerinin baykuş misali bir noktaya kilitlenip kalması, toplumsal çöküşü hızlandırıyor. Geçenlerde bir milletvekili, üstelik bölücülerin gemi büsbütün azıya aldığı şu günlerde, adeta milletle dalga geçercesine “Türkiye; Kürt açılımının konuşulması sayesinde hiç olmadığı kadar, huzur ortamı içerisindedir” dedi.
Bu beyanatın yer aldığı haber şayet 23 Nisan tarihinde yayınlanmış olsaydı, “şaka” deyip geçecektim. Ama öyle değildi; hem milletvekili hem de haberi veren gazete son derece ciddiydi.
Birkaç gün sonra da başka bir milletvekili televizyona çıkıp, “Açılımın hayata geçmesiyle birlikte, Güneydoğu’da iktisadi ve sosyal açıdan her şey nasıl güllük gülistanlık olacaktır göreceksiniz” dedi.
Gerçi o milletvekili konuşurken kameraya bakmıyordu. Demek ki, milletin gözünün içine baka baka palavra atmayı henüz beceremiyordu.
Anlaşılan o ki bu Ramazan’da da açılım tartışmalarıyla yatıp kalkacağız. Kimileri açılımı tüm zamanların en büyük reformu olarak görecek, kimileri de kayıtla yaklaşacak.
Vatandaş ise olup bitenleri izlemekten yorulup, uykuya dalacak. Ve böylelikle yeni bir masala kadar bu sürüp gidecek.
Neyse, biz yine Erzurum özelinde kalalım, belli mi olur bakmışsınız tartışmanın seline kapılır gideriz sonra!
Erzurum’da ne var peki?
İşin doğrusu değişen çok fazla bir şey yok; aynı basmakalıp tartışmalar yer yer alevleniyor, yer yer siniyor: Erzurum on yıl öncesine göre daha mı iyi, daha mı kötü?
Evet soru bu: Nereden nereye geldik, ya da gelemedik…
Halep ordaysa arşın burada…
Erzurum da ortada, şartları da…
Bir milletvekili televizyona çıkıp, “Erzurum tüm zamanların en iyi dönemini yaşıyor” diyebiliyorsa, ne yapılabilir ki…
Misal, o milletvekilinin konuşmasını “görmedim, duymadım, bilmiyorum” taktiği ile savuşturan meslek örgütleri kamuoyunun önüne çıkıp dese ki; “Efendiler etmeyin eylemeyin, Erzurum nasıl tüm zamanların en iyi dönemini yaşıyor ki, sosyal kurumlardan yardım alanların sayısı çığ gibi büyüyor”
Vergi sisteminde de tersi bir uygulama var…
Devlet Erzurum’dan aldığının ancak üçte birini geri veriyor. (2011 için yapılan yatırımlar hariç. Çünkü bu özel bir durum)
Merak edenler internete girip baktıklarında görecekler, bu yıl devletin Erzurum’a yapacağı kamu yatırımlarının önceki yıllara oranla nasıl az olduğunu… (Spor tesisleri hariç)
Erzurum’da büyük sanayici ve yüksek cirolu tüccar olmadığı için onların durumunu bilmiyoruz ama gerçek şu ki, küçük ve orta ölçekli esnaf aylardır kan ağlıyor, icra dairelerinde sürünüyor. Şu mübarek Ramazan imdada yetişmiş olmasaydı, durum felaketti. Neyse ki Ramazan bereketi ve serinliği ateşin hararetini düşürdü.
Tutunuz ki, milletvekili partisinin ve hükümetin hatırı için bu gerçeği saklıyor, görmek istemiyor; fakat meslek örgütleri kimin güzel hatırı için yahut hangi korku yüzünden böyle bir trajediyi yok sayabiliyorlar?
Hepsi bir araya gelip ortak bir deklarasyon yayımlasalar ve deseler ki, “Devletten çok fazla bir şey değil, sadece bu şehirden topladığı vergi kadar yatırım istiyoruz” yanlış mı yapmış olurlar?
Elbette hayır…
Ama gelin görün ki, ahbap çavuş ilişkileri, şehrin menfaatini kişisel çıkara kurban ettiriyor.
İkide bir de televizyonlarda hep olumsuz haberlerle gündeme gelen Erzurum, bir türlü gerçek sorunlarını konuşup, tartışamıyor. Konuşması gerekenler susunca, meydanı boş bulan siyasetçiler esip savuruyor.
Bölücülerin hemen her gün yeni tehditlerde bulunmalarına ve aba altında sopa götermeye kalkmalarına rağmen, aynı gün vekilimiz, “huzur ortamı”ndan söz edebiliyor!
Bir başkası da binlerce esnafın ya tefecinin ya da bankaların girdabında debelenip, can çekişirken Erzurum’un “güllük gülistanlık içerisinde” olduğunu söyleyebiliyor!
Nasıl olsa sallamanın bir bedeli yok…
Eskiden önce kundaklayıp, sonra söndüren tulumbacılar vardı; şimdi hem kundaklayıp hem de durup seyreden itfaiyecilerden geçilmiyor etraf…
Sahi, Erzurum tüm zamanların en iyi iktisadi ve sosyal şartların hüküm sürdüğü bir dönemi mi yaşıyor?
Yoksa bizim gördüklerimiz mi sanal…
Gelmiş geçmiş en büyük hiciv ustası hemşerimiz şair Nefi, kendisine “kafir” deyen dönemin şeyhulislamına, “Ben de müselman desem O’na, varınca indallaha, anda çıkarız ikimizde yalan” mealinde cevap veriyor.
Kim bilir belki de biz yanılıyoruzdur, belki de herkes halinden ziyadesiyle memnundur.
Öyle ya, bunca “kurtarıcı”nın sus pus olmasının bir sebebi olmalı.…Hatır veya korku yüzünden gıkları çıkmıyor değil ya!
Keşke yanılan biz olsak, keşke…
Bir yanıt yazın