MENÜ ☰
ATA-AÖF’te Sınavsız İkinci Üniversite Ön Kayıtları Devam Ediyor
Büyük Erzurum Sofrası
Erzurum Haber Gazetesi » Yazarlar » ERZURUM’DA SEYİR ÂLEMLERİ II
Belkıs Altuniş Gürsoy
Belkıs Altuniş Gürsoy
Tüm yazıları için tıklayınız.
ERZURUM’DA SEYİR ÂLEMLERİ II


Erzurum henüz yeterince fark etmemiş olsa da büyük bir hazinenin üzerinde oturmaktadır. Bu şehir; irili ufaklı akarsuları, içme suları, maden suları ve çok sayıdaki kaplıcası ile önemli bir su havzasıdır. Suyun en büyük nimet olduğu bir dünyada bu emek harcanmadan kazanılmış servet; ne yazık ki hak ettiği ölçüde rağbet görmüyor, gerektiği kadar kıymet bulmuyor. Elimizin altındaki bu müthiş sermayeyi yok sayarak kararlar alıyor, projeler, planlar üretmeye çalışıyoruz. Kudret elinin sunduğu bu ölçüde büyük ve zengin ihsana insan elinin pek de katkı yapmadığını söylemek her ne kadar acı ise de maalesef gerçek. Bir definenin üzerinde uyuduğumuz hâlde başka başka adreslerde define aradığımızı dile getirmek zannederim fazla mübalağa olmaz.

Kaplıcaları, şifalı maden suları ile dünya ölçeğinde bir sağlık merkezi olması ümit edilen Erzurum’un en gözde sayfiyeleri olarak Ilıca ve Hasankalesi’nden bahsedilebilir. Şehrin on kilometre batısında yer alan ve Ilıca denilen mekân çermikleri ile ünlüdür. Vaktiyle burada Zincirli, Oluklu ve Büyük Çermik adıyla anılan havuzlar vardı. Bu kükürtlü sular sadece şehrin içinden değil; çevresinden gelen bir çokları için de bilhassa yaz aylarında bir cazibe merkezi olurdu. Ilıca’da Pulur adıyla bir akarsu akardı. Bu çayın içinde kazlar, ördekler nazlı nazlı yüzer, birbirlerine nazire yaparcasına öterlerdi. Bu çayın etrafı bilhassa temmuz ağustos aylarında çadırlarla dolardı. Bir kısım ahali tatillerini burada geçirirdi. Çadır sakinleri, süt, yoğurt, peynir, tereyağı yumurta gibi ihtiyaçlarını da civar köylerin mahsullerinden karşılarlardı.

Erzurum’un ana sayfiyesi ise Pasinler ilçesiydi. Şehrin kırk kilometre doğusunda yer alan bu kasaba şair Nefi’den İbrahim Hakkı hazretlerine kadar pek çok meşhur ismi sinesinden çıkarmış olup; verimli bir ova üzerinde kurulmuştu. Bu ovanın birçok yerinde kaplıcalar bulunurdu. Yine ortasından bir çayın geçtiği ağaçlıklı alanda yazın çadırlar kurulurdu. Bu çayın içinden inceden inceye sıcak su akıntıları geçerdi. Ayrıca koyu yeşil bir neft tabakası suyun üzerinde öbek öbek uç verirdi. Aynı yağlı tabakayı toprağın yüzündeki küçük çukurların içinde de görebilirdiniz. İşgal sırasında bu araziden petrol veya doğal gaz çıkarıldığı, Rusların giderken de bu kuyuları kapattığı rivayet edilirdi.

Yaz aylarında bir çadır kente dönüşen bu mahalde belli ailelerin belli çadır yerleri vardı. Bu kullanım hakkının resmiyeti olmasa da, bu sahiplenilmiş yerleri başkaları asla iskân etmezlerdi. Mesela doktor Osman Arı’nın çadır yeri gibi. Çadırlar ya koni biçiminde direkli ya da tenefli denilen cinsten kare veya dikdörtgen prizması şeklinde üretilirdi. Bu tenefli çadırlar kendi içinde iki üç bölmeli de olabilirdi. Taş Mağazalar’a paralel uzanan Kevelciler çarşısında çadırcı esnafları mevcuttu. Önceden hazırlanmış olduğu hâlde müşterisini bekleyen çadırlardan satın alanlar olduğu gibi ihtiyaçları doğrultusunda sipariş vererek çadır diktirenler de bulunurdu.

Çadırda yaşamak; tabiatla bütünleşmek, toprakla temas etmek, açık havada uyumak demekti. Börtü böcekle, hayvanatla haşir neşir olmak, rüzgârın esintisini, otların kokusunu solumak, ağustos böceklerinin senfonisini, suların nağmesini dinlemek ve huzur bulmaktı. Konforsuz, iptidai ama bir o kadar da tabii bir hayat tecrübesi ile hemhâl olmak anlamına gelirdi. Bu hayatın kendine mahsus zorlukları olmakla beraber çok sağlıklı ve çok zevkli yanları da vardı. Bu çadırların bazılarında yer yatakları dürülü olarak gündüz bir kenarda üstü örtülerek bekletilir, bazılarında da aynı zamanda koltuk kanepe vazifesi gören somyalar geceleyin karyola hükmünü alırdı. Su yakınlardaki çeşmelerden getirilirdi. Ayrıca bahçenin aşağı kısımlarında kaynayan gözeler vardı. Bu göze suları içmek ve çay yapmak için bilhassa tercih edilirdi. Büyükler; geçmişte kuşların yuvalarına döndüğü, akan suların bile sükûnete erip durulduğu, elin ayağın çekildiği o şiir dolu buğulu akşam demlerinde merhum Hırtızlı Hafız’ın okuduğu gazelleri dinleyenlerin nasıl gaşy olduğunu anlata anlata bitiremezlerdi. Bu gazellerin okunma vaktinde seyir halkı elindeki işi, ağzındaki sözü unutur bu lahuti sese kulak kesilirmiş.

Havanın kararmasıyla birlikte ortaya çıkan sivrisinekler seyir sefasını seyir cefasına çevirirlerdi. Henüz “sinekkov”lar arzıendam etmemişti. Çadırların önünde tezek, odun yakılır, bu ateşlerin çıkardığı dumanla bu taciz edici haşerelerden korunmaya çalışılırdı.

Akşam yemeklerindan sonra bir meydanlık alanda yuvarlak halkalar teşkil edilerek oturulurdu. Aslında bir devlet memuru olan tatilcilerden Haydar bey ile kardeşi ve birkaç arkadaşı komedi unsurları ağır basan oyunlar sergilerlerdi. Tulûat dairesine girebilecek olan bu oyunlardaki doğaçlama söz ve hareketler; bu yoldaki pek çok profesyonele taş çıkartacak mahiyette ustalık doluydu. Akabinde devreye giren gençler, saz veya diğer enstrümanların eşliğinde müzik ziyafeti verirlerdi.

Bu dar ve zor şartlarda ailenin düzenini sağlamak, günlük hayatı çekip çevirmek konusundaki asıl pay annelerindi. Çocuklar yeni yeni arkadaşlar edinerek bol bol oynar; gün boyu kaplıcada yüzmenin keyfini çıkarırlardı. Çadır âleminde yeni komşuluklar, yeni dostluklar, yeni ahbaplıklar ihdas edilirdi. Bu sayfiye komşuları ile görüşülür, çadırlar arasında gidip gelinir, karşılıklı yemek ikramında bulunulurdu. Sabahları şehre işe giden babalar ve ağabeyler akşamları eli kolu dolu olarak çoğu zaman trenle geri dönerlerdi. Bazen çocuklar istasyonda baba, amca, dayı, ağabey yolu bekler; saadet yüklü bir kavuşmadan sonra hep beraber güle eğlene çadıra gelirlerdi. Kaplıcaların arkasında bostanlar vardı. Taze fasulye, kabak, salatalık, mısır, kavun karpuz gibi ihtiyaçlar bu bostanlardan temin edilirdi. Sipariş verip beklediğinizde, bostancı ürününü gözünüzün önünde toplayarak size getirirdi. Hasankale’nin toprağından olsa gerek yerli ürünlerinin hepsi olağanüstü lezzetliydi. Diğer sebze ve meyveler de İspir, Tortum, Iğdır, Erzincan, Yusufeli gibi yakın çevrenin mahsulü olurdu. Toprağın ve tohumun henüz hormonla tanışmadığı, suni gübreyle karşılaşmadığı o eyyamda her şey çok leziz ve hoş kokuluydu.

Sabah, uyanan tabiatla beraber insanlar da çadırlarından birer ikişer sökün ederdi. Kahvaltı hazırlığı için çeşmeden sular getirilir, semaverler yanar, çadırların önünde sofralar açılırdı. Günün önemli bir kısmını kaplıca sefaları alırdı. Her gün tekrarlanan bu banyolar; hem sağlık problemlerine iyi gelir hem spor hem de eğlence ihtiyaçlarına cevap verirdi. Mesire yerlerinde sünnet düğünleri, gelinin ayak yolunu açma,( yeni gelini mesut bir başlangıçla ilk defa toplumla yüz yüze getirme), yastan çıkarma (yakını ölen aileleri tekrar eski hayatına ve alışkanlıklarına döndürme adına keyifli bir yeni adım atma) gibi uygulamalar için de bu mesire yerleri seçilirdi.

Bazı ehlikeyif hanımlar; zaman zaman küçük bir kaplıca olan Alipaşa’yı kiralar; aileleri, dost ve arkadaşlarıyla bu havuza girerlerdi. Önceden ısmarlanmış dondurma çanakları şahıs adedince tepsiye dizili olduğu hâlde kaplıcaya gelirdi. Demliklerle çay veya sürahiyle limonata tepsileri de bu ikram faslına dahil olabilirdi. O zamanın dondurmaları sadece kaymak, vişne ve limonlu olurdu. Şimdiki dondurmalara nispetle daha farklı bir terkiple üretilirlerdi. Dondurmacı, dondurma kaplarını buz kalıpları arasında muhafaza ederdi.

Bu seyir yerlerinde de kamyon veya at arabası tutulur, Asboğa, Deliçermik gibi günübirlik civar kaplıcalara gidilirdi. Köprüköy’deki Deliçermik bu bağlamda en çok rağbet gören havuzlardandı. Üstü açık olan bu mekân, çamur banyosu yapmak için idealdi. Bu çamur; radyoaktif maddeler açısından bir hayli zengindi. Yine Hasankalesi’nin yakın bir köyü olan Alvar’a giderek merhum Efe hazretlerinin kabrini ziyaret etmek de bu tatilin bir parçasıydı.

Gerçek bir kaplıca cenneti olan ve son derece şifalı suları bulunan bu yörede bu zikrettiğimiz havuzlara ilaveten Arzutlu, Aldağ, Gelingeldi gibi banyolar da vardı. Ayrıca Aktaş Köyü Madensuyu, Çorak Madensuyu, Erzurum Madensuyu, İncirliköy Madensuyu, Çiftlik Köyü Madensuyu, Haramiköy Madensuyu, Karacaviran Madensuyu, Karaderbent Madensuyu, Ovaçevirme Madensuyu, Kevgiri İçmesi, Süngerci İçmesi, Subahan İçmesi, Soğuk Çermik içmesi gibi farklı minareleri ihtiva eden değerli maden suları ile yöre bir içmeler havzasıydı.

Erzurum’un önemli piknik alanlarından biri de Türbe’dir. Bu mahalde bir tepenin üzerinde şehrin manevi sahiplerinden Abdurrahman Gazi hazretleri yatar. Türbe hem ziyaretgâh hem de seyirgâh olarak Erzurumluların vaz geçemediği bir yerdir. Bu mekân esintili latif havası ve hafif içimli suyu ile meşhurdur. Burası da çadırların kurulduğu, sözün sohbetin dem bulduğu, ziyafetlerin verildiği, oyunların oynandığı, adak kurbanlarının kesildiği bir mekândır. Türbenin hemen alt kısmında Sultan Sekisi denilen yüksek bir alan mevcuttur. Burası da bir kırlık yer olarak bilhassa eskilerce tercihe şayanmış. Önemli bir Ahi şehri olan Erzurum’da ustalık basamağına ulaşmayı hak kazanmış kalfalara “peştamal bağlama” (=şedd kuşanma) töreni burada yapılırmış. Ayrıca Sultan Sekisi Ahi birlikleri ve diğer ehlidillerce bir sohbet mahfili olarak da kullanılırmış. Türbe’nin batı cihetindeki eteklerinde yer alan Fıkfıklar, geçmiş nesillerin günübirlik olarak gittiği gözde mesire yerlerinden biri olarak zikredilebilir.

Evet, kısaca ve ana hatlarıyla Erzurum’daki sayfiye yerlerinden bahsettik. Sunduğu maddi ve manevi imkânlarla erbabını zenginleştiren bu seyir âlemleri; geçmişin bağrında bir sümbül demeti gibi kaldı. Ama değil mi ki, her devrin seyrüsefası kendi rüzgârıyla eser, her devranın âbüdânesi (=su ve ekmeği, yani rızkı) kendi değirmeninde döner. Bize düşen vaktin hükmünü okuyabilmek, hikmetin diline akıl yetirebilmektir. Sefalar daim, kudûmler makbul olsun.

📆 16 Nisan 2014 Çarşamba 15:53   ·   💬 1 yorum   ·   ⎙ Yazdır

“ERZURUM’DA SEYİR ÂLEMLERİ II” için bir yanıt

  1. F.Gül Koçsoy dedi ki:

    Zikredilen bu yerlerin bir çoğunu büyüklerimden duydum ama görmedim. Sahi, buralar hala hizmete açık mı? Açıksa daha sık reklamları yapılmalı. Açık değilse neden? İnşallah yeni belediyeler buraları yeniden ihya ederler de, buyurduğunuz gibi ata dede mirasımızla karşılaşma imkanı bulur ve değerini kavrarız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

ERZURUM'DA HAVA

ERZURUM
Esentepe Avrupa Konutları
YENİ SAYI

YAZARLAR

RÖPORTAJLAR

ANKET

Üzgünüm, şu anda etkin anket yok.

BAĞLANTILAR