Kültürümüzün yavaş yavaş kaybına destek olanlar.
Gurbetçi Gözüyle Memleket Manzaraları…
1 Ağustos’da Trabzon’dan başlayarak; sahilden Rize, Artvin, Ardahan, Kars, Iğdır, Doğubeyazıt, Ağrı, Erzurum, Bayburt, Gümüşhane ve Trabzon. 1300 km. yolu biraderim ve eşlerimizle (biri Alman diğeri Kanada’lı) seyahatimizde gerekli güzergâhları ilk defa gezerken, son derece özenerek izlediğimiz, yurdumuzun bu şark bölümünün, emsalsiz coğrafya ve tarihi niteliklerini, böyle birkaç günde gezmekle, birkaç sayfayla izah etmem, haliyle mümkün olmayacağını itiraf etmem kuşkusuzdur.
Ayrıca benim ve biraderimin 42 sene kadar bir zamanı hasret yaşadığımız, ülkemizin özgür evlatlarını, her karış toprağını “Toprağı sıksam şüheda fışkıracak” ülkemi gezip görmekle sevincimiz sonsuzudur.
Bugüne denk ülkemiz insanlarının yaptığı gibi, bizlerde yurt içi seyahatlerimizde hep, adım adım garbı gezdik. 70 yaşındayım şark illerimizi ilk geziyorum. Suçluluğumu itiraf ediyorum. Farklılıkları sorarsanız, dünya yaşantısı bakımından, hayat seviyesi, yol bakımından birbirinden kopmuş iki ülke gibiler. Denizi hepimiz severiz, fakat yurdumuzu ve halkımızı hepsinden fazla severiz değil mi? Türlü nedenler, bahaneler olmuş, Türkiye’nin yarısı unutulmuş. Değerli vatandaşlarım! Onlarda vatandaşımız olduğunu unutmayalım, seyahat yapabilenler bu bölgelerimizi, buralardaki tarihe gömülü medeniyetleri görelim, bu insanlarımızı ziyaret edelim, halini hatırlarını soralım. Ola ki maddi yardımımız olmuş ola.
Biz bu eski medeniyetlerin ve kendi atalarımızın bizlere emanetlerini görüp tanıyalım. Türkler ANADOLU’ya doğudan girdiler, yaşadılar, medeniyetler kurup bizlere görelim diye eserler bıraktılar. Kubbeli kubbesiz mezarları halen oralarda. Bizlere bıraktıkları eserleri uzaktır diye, yolu bozuktur, yaşantı seviyeleri düşüktür diye ihmal edersek, bu topraklar üzerindeki varlığımız ölümle silinince ataları görmeden gitmiş oluruz. Bakınız; büyük atalarımız ve bu topraklar için şehit olmuş erlerimiz ülkemizin her bir köşesinde yatmakta ve bizimle yaşamaktadırlar. Onları yerlerinde görebilmek birer Fatiha okumak bizim görevimizdir.
İftihar edeceğim önemli konu ise: bütün yol boylarında yol inşaatları. Büyüklü küçüklü baraj inşaatları. Asırlar belki binlerce seneler geçmiş tarihi eserler bilhassa bu bölgelerde yığınak yığınak, bakımsızlıktan, politik nedenlerden, imkânsızlıklarla çok uzun zamanlar restore edilmemiş. Fakat yine iftihar edeceğim husus, her ne kadar tarihi yerler gezdimse, ekseriyeti restore için inşaat halinde. Mesela İSAK PAŞA SARAYI. Böyle bir eser böyle bir tarih. Bu kadar ihmal edilmemesi lazımdı. Yine bir derin nefes alalım, şu anda restore halinde.
Öyle bir bölge ki: ziyaretimiz yaz ortasında ve hep güneşli geçtiği halde ne vasıtamızın klimasını çalıştırdık ve ne de terledik. 2000m. Yükseklik üzerinde ki bu platolar, yaylalar tamamen yeşil. Vadilerde, dağ eteklerinde, düz mümbit obalarda kurulu şehirler, kasabalar, üzeri çamurdan, kerpiçten yapılmış şirin köyler gördük ve içersinde sakin özgür vatandaşlarımızla sohbet ettik. Bu sakinler içersinde yaşadığı bölgenin belki de ne coğrafi zenginliğinden ne tarihinden ne de sıhhat dolu kuru havasından habersiz olabilir. Ve dolayısıyla sefalet içersinde de olsa postu İstanbul’a sermiştir. Fakat İstanbullu iş adamı ticarete hazır geniş ovalarda günün modern, hazır hayvancılığını bile düşünmemiş.
Hayvancılığa çok müsait olan bu geniş bölgelerde, az ve ilkel bir hayvancılık yapılmakta. Bir tane büyük olabilecek, modern hayvan merası görmedik.
Yine düşündürücü görüşler: Yaz ortası yollar boş, şehirlerde oteller boş, restoranılar boş, müzeler ziyaret hanlar boş. Hulasa batının boyalı şatafatından kurtulamayan Türk turistleri buralarda yok.
Ağrı Dağı ziyaretimizde garip oldu. Bütün dünyanın bildiği bu dağı, ancak çevre yolundan tahmini 20km mesafeden seyredebildik. Herhangi bir yerde Ağrı Dağı yazılı bir yazı bir işaret görmedik. Dolaysıyla yamacına varıp çimeninde oturtup kucaklayamadık. Yalnız öyle büyük öyle heybetli bir görünüşü var ki; değil 20km den 100 km. den bile dehşetinin tesirinden kurtulamıyorsun. Hiçbir tarafta kar yok. Bu dağın yarı yerlerine kadar karla kaplı oluşu ve karın dağın engebeli yüzeyinde sanki orayı süslemek ve azametini ondan anlayanlar tanıtmak için var olduğunu yansıtıyor.
Taban çapı büyük bir araziyi kaplayan bu dehşet verici dağ, 2000 küsür metre yüksek bir platonun üzerinden bir 3000 küsur metre daha yükseklik ilave edilince, hakikaten düşündürücü oluyor. Bu platonun üzerinden yükselişi, etrafında sıra dağlar olmamayışı, muazzam bir güzellik arz ettiriyor. Yüce yaratanın kudretini görüp düşündürüyor. Bir de bu güzel ve koca dağları sallayan gücü düşündürüyor.
Bir sonraki gün, akşam üzeri Erzurum’dayız. Konakladığımız yer, Erzurum öğretmen evidir. Bina şehrin ortasında bayağı büyük, dört ucu mamur bir bina. Resepsiyonu geniş ve gayet iyi döşeli. Üye olmayanlara konaklaması kişi başına 33 TL. Kahvaltı dâhil. Şimdi iyi dinleyin: Dünya seyahatlerimde gördüğüm kadarıyla, Türkiye’de otellerde ve benzeri yerlerde verilen sabah kahvaltısı Erzurum öğretmen evinin haricinde hiç bir ülkede yoktur. Bir evvelki sabah kahvaltımız Kars öğretmen eviydi ve Erzurum’dan farklıydı. Bence böyle bir kahvaltıyı hepten vermemeleri lazım.
Erzurum öğretmen evinde ise: kahvaltı akşamdan hazırlanmış tabaklara koyulmuş, açıkta saklanmış sabaha kadar salatalığın, domatesin rengi bile değişmiş. Dört tane zeytin, iki dilim salatalık, iki dilim peynir birkaç parça domates, birkaç tane üst kısmı bıçakla açılabilen reçeller ve tereyağından ibaret yumurtasız bir kahvaltı. Çay makinesi mutfaktan yarı dışarı çıkarılmış kolayca varılmayan bir yerde bırakılmış. Yani; müşteri rahatlığı hiç düşünülmemiş.
Çay bardağı baktım, yok ortalıkta, yalnız fincan var. Hemen hepsi öğretmen olan kahvaltılarını yapmakta olan insanlara baktım, herkes çayını fincanla içiyor. Garibime gitti, ortalıkta garson yok, ses tonumu yükselterek çağırdım ve çay bardağı istedim. Cevap: burada çay fincanla içilir bey efendi ifadesi beni hayli şaşırttı. Müdür aradım sabah saat 8 müdürrr beyefendi hazretleri bürosunda yoktur haliyle.
Değerli dostlar! Burası Erzurum, çayın en bol ve keyiflen içilen yeri, üstelik burası öğretmen evi. Çayı bardaktan içmek Türk kültürüdür. Kültürümüzü bize eğiten öğreten ve yaşatan önce öğretmenler olacaktı. Öğretmen Amerika’ya gidemedi amma televizyondan öğrendiği Avrupa ve Amerika fincan kültürünü önce kendisi yaşayıp bizlerde böyle örnek oluyor. Hey gidi hey, ona sorsan Atatürkçüdür, amma bak Ata ne diyor: “Türkiye cumhuriyetinin temeli kültürüdür. M. Kemal Atatürk.”
Aman efendim bunu düşünen, yazan çok ileriye gidiyor, ne fark eder derse; işte önemli olan noktada da bu. Böyle düşüncelerin neticesi, zamanla kocaman kültürlerimiz bitip gidiyor. Unutmayalım: Kültürünü yaşamayan bir milletin ömrüde kısa olur. Bu hal Erzurum’da böyleyse Türkiye’yi düşündüğümüzde, ben çok geç kalmışım herhalde. Fakat gelin böyle küçükte olsa ata yadigârlarına sahip çıkalım.
Şunu sormalıyız bu kocaman organizasyonun müdürüne: Aynı şehrin turist information bürosundan temin ettiğimiz İngilizce, 114 sayfalık kitabın 22. sayfasında Erzurum kültüründen bahsederek “the tea kültür” çay kültürü, resminde çayı fincandan göstermemiş, bardakla göstermiş. Sayın müdür bey; belki sende vaktiyle bir öğretmendin. Yine bizim bölgemiz çay bölgesi, Rize çay fabrikaları reklâmlarını fincanla yaptıklarını gördün mü?
Sayın öğretmenlerimiz! Siz bizim hocalarımızsınız; sizsiniz başta bizim kültürümüzün yaşamasının mesuliyetçileri. Dünyada çayı bardaktan içen bir ülke, şimdi İnciluz oldu öyle mi? En küçük de olsa tolerans tanımayacağız.
Bir kaç sene öce bir İstanbul seyahatim de, bir otelin boğaza nazir yemek hanesinde, sabah kahvaltısında, gençlerle dolu kalabalık içersinde bardakla çay içen bir ben vardım ve orada da bardak yoktu, fakat temini kolay olmuştu.
Ümit ederim, benim dilim ve dileğimden anlayan, hiç olmazsa Erzurumlu değerli okurlarım bana cevap verirler. Bir sonraki sohbetimizde buluşmak üzere hoşçakalın.
Kemal GENÇ / TRABZON
degerli kardeşim şikayetinde haklı
işi bilmeyen kibirlibirini oraya sorumluyaparsan öyleolacakufku geniş olmayandan ne olur
sıkıntısını erzurumceker vay haline erzurum herkes parmakla gösterirken şimdeieleştiriliyoruz
o sorumluyu derhal uyarın onun yetiştirdiğiögrenci ne olur adeletsiz insan