Bilinen tarihine 6000 yıllık derler. Ya bilinmeyen tarihin! Sanki geçmişin ezelle buluşur, bilirim. Bilirim başının niye göğe set çektiğini, bu heybetli duruşun sebebini bilirim.
Gün gördüm, devran sürdüm, hüküm eyledim dersin. Dersin de avare gezen sevdalı bulutlarla âşinalık edersin, bilirim. Ben, zamanı koynumda büyüttüm, ben zamana meydan okuya okuya yürüdüm, dersin. Herkes zamandan ders çıkarır, ama onun da benden belleyeceği çok şey var. Eteğimden tutunsun. Sert rüzgarların söylediği hikâyemi dinlesin. Zamana nasıl karşı konulurmuş, ayakta nasıl kalınırmış öğrensin dersin, bilirim.
Beni fazla söyletmeyin, beni fazla inletmeyin. Serencamım yüreğinizin gücüne, aklınızın ölçüsüne, hayalinizin kutruna sığmaz dersin, bilirim.
Ben tarihi dokuya dokuya geldim. Peçemi açıp da, yüzümü kimselere göstermezdim. Güz elması yanaklarımı, derinden bakan müşfik gözlerimi herkesten sakınırdım. Ama gayrılar, ama gayrılar.. Kaç defa bağrımı deldiler kaç defa… Kaç defa kanımı döktüler kaç defa… Sayısını ben bile unuttum.
Sen sınır taşısın. Yollara sırtında geçit vermişsin dediler. Seni mülk edinen Anadolu’ya hakim olur dediler. Sefer üstüne sefer tertip ettiler. Edemedikleri zamanda ilk fırsatta dediler, niyet ettiler. Gizli gizli bu emeli içlerinde büyüttüler. Kaç kuşatma gördüm, kaç istilâ.. ne kıyımlar gördüm, ne yıkımlar, ne yangınlar.. Nice körpe fidanlar, devrilip devrilip kucağıma düştüler. Nice taze canlar; “gök ekin gibi” biçilip biçilip böğrüme saplandılar. Dullar, yetimler, öksüzler, yurdu oldu toprağım, âhım arşa yaslandı dersin, bilirim.
Bu sancılı göğüs, bu mahzun duruş bu iç derinliği ondandır bilirim. Tabiatımın biraz da haşin oluşu bu yüzdendir. Biraz da sert çehreli oluşum bu sebeptendir dersin, bilirim. Ama, bu görünüşüme aldanmayın. Yüreğim, âh yüreğim, alabildiğine yufkadır dersin, bilirim. Yaşın yaşın akan gözyaşlarımı gölgemden bile sakladım dersin, bilirim.
Ben ne kazalar savdım, ne kavgalar deldim. Her seferinde yoktan var oldum, her seferinde küllerimden doğdum, dersin bilirim. Bu serazat tabiatım, bu mağrur hallerim biraz da bundandır dersin, bilirim.
Nice göç kafileleri, ufuklarıma doğru süzüldü, nice hasret çığlıkları yankılandı yaylalarımda. Yüzümün bir muhaceret türküsü gibi, kınından çekilmiş bir kılıç gibi keskin ve yakıcı olduğu bundandır dersin, bilirim.
Bilirim nice zelzelelerle sarsıldığını, bilirim. Bilirim yıkılıp yıkılıp da yeniden yapıldığını, bir can olarak ölüp, bin can olarak dirildiğini bilirim. Savaş, deprem, salgın hastalık, açlık ve yokluk sanki ayrılmaz kardeştiler mukadderatında. Birinin girdiği yere öteki arkadan yetişirdi. Hepsini sıra sıra tattın, bilirim. Hepsini sıra sıra savdın, bilirim. Hepsi acılarını katmerlendirdi, ocaklarını tarumar etti, bilirim. Her biri yekdiğerine rahmet okuttu dersin, bilirim.
Bilirim iklimim soğuktur. Toprağımı kar kapatır aylarca. Zemheri dedikleri benim günlük libasımdır. Beyaz giyinmeyi çok severim. Belki de ruhumun saflığı ondandır dersin, bilirim. Karım bastırınca nefes aldırmaz. Ama bu kışa dayanan yiğitlerimin hem karekteri, hem bedeni çeliğe su verilmişcesine sağlam durur. Bu sebepten soğuk benim alâmet-i fârikamdır, ses etmeyin dersin, bilirim. Onun için ben halimden şikâyet etmem, şikâyeti sevmem dersin, bilirim.
Benim sokaklarımda ruh eser, dersin bilirim. Niye ruh eser diye kendi kendine sorar da; cevap vermede zorlanırsın, bilirim. Bu ruh; şehrin kadim tarihinden midir? Bu ruh; beldenin havasında, dik yamaçlı dağlarında, ak köpüklü çaylarında mıdır. Uzun asırların devşirdiği, kervanların heybe heybe getirip, çuval çuval götürdükleri hem alıp, hem verdikleri maddi manevi zenginliklerinde midir diye sorarsın, bilirim. Bu ruh; sanatı ve zenaatı öğretirken insandaki sırlı cevheri işleyen ahilik terbiyesinde mi saklıdır dersin, bilirim.
Bu ruh, bir zamanlar bilgi madeni olan medreselerimde pişirilip kotarılan, ilmi irfanla karıştırarak, ömür boyu tahsil edilen bir kıymet haline getiren derin kültürümün serpintilerinde midir dersin, bilirim.
Bu ruh; her kalemde tarih yazan, mert diyarı, er yatağı topraklarında mıdır. Bu ruh; Millî Mücadele’yi tutuşturan, çoluğu çocuğuyla, kadını erkeğiyle tenini siper, canını sebil eden asil halkından mıdır?
Yoksa senin ben dadaşla et tırnak oldum, bütünleştim, diyen vefanda mıdır? Koynunda yatan şühedandan, bazan isimsiz bir mezar, bazan de bir türbe olup adım başı rastlanan ulularından mıdır. Şehrin semalarını mekân tutmuş ecdat ruhlarından mıdır?
Bu ruhun hikmeti belki de bizim saydığımız ve sayamıyacağımız pek çok terkibin içindedir. Asırların usaresi, özü, karışıp kaynaşır, bu şehrin insanlarını bir potada kaynatır dersin bilirim.
O mahviyetkâr halinle gizli bir gurur taşıdığını bilirim. Bu sebepten bu ülkenin irfan ve ilim atlasına kattığın adı bilinen bilinmeyen, dile gelen gelmeyen pek çok kıymetim vardır der, içten içe sevinirsin bilirim
Bebekler, bu mekânda canından, malından vermenin bir erdem olduğunu daha beşikte iken meşk etmeye başlarlar. İnsanlar güzel hasletleri kitaplardan değil; yaşayanlardan öğrenirler. Bu öğrenme su içer gibi, hava solur gibi kendiliğinden oluşur der, kıvanırsın bilirim.
Bu şehrin örsü, bağrında büyüttüğünü döve döve, haddeden geçire geçire kıvama sokar. Senin her nedense adı konulmamış, söze vurulmamış bir asabiyetin, bir şekil giydiriciliğin, bir kalıba dökücülüğün vardır. Nice âlimleri, nice fazılları, nice ârifleri derunumdan derledim dersin, gizli gizli gönenirsin, bilirim.
Bu ruh; söze ipek kaftanlar giydiren şairlerimden, saza can veren âşıklarımdan mıdır, dersin, bilirim. Kendinden emin oluşun biraz da bundandır, bilirim.
Bilirim seni acılar pişirdi, Bilirim seni yangınlar yudu. Bilirim seni yokluklar yıkadı. Böylesine olgun, böylesine arı duru olman bundandır, bilirim.
Ey rüzgar esme, ey yaprak titreme, ey su çağıldama artık! Herkes, herşey sussun. Bırakın yalnız ben konuşayım. Söylenmemiş hikâyelerimi, dillenmemiş zamanemi, yazılmamış destanımı yazayım dersin, bilirim. Ama bilirim ki; bu çırpınman beyhudedir. Zira sen “Belde-i Tayyibe”sin. Sen de dahil; kim ne yazarsa yazsın seni anlatamaz, kim ne söylerse söylesin kaleminin kırık, kelimelerinin buruk olduğunu görüp utanır, bilirim. Ama üzülme. Vakt-i merhûnun geldi. Yeni bir hamlenin ışığıyla aydınlık bir sabaha uyanmakta, kutlu bir yarına doğmaktasın. Nasıl geçmişinde Milli Mücadele ateşini yakıp da ülke sathına yaydıysan, şimdi de sadece tek başına değil, yakın uzak çevrenle birlikte şahlanacaksın. Bilirim, vatan toprağının her milimetre karesini aynı derecede aziz, her köşesini aynı derecede makbul tutttuğunu bilirim. Bilirim, gönlünün aşkla titrediğini bilirim. Bütün bir bölgenin makus talihini yenecek, topyekun bir dirilişin arefesindeyim dersin, bilirim. Yeni bir gazanın eşiğindeyim, yer gök duada, ben de duadayım demektesin, bilirim. Gazam mübarek olsun diyerek esmedesin, bilirim.
Belkıs Altuniş Gürsoy
Sayın Hocam, yazınızı görmek ne kadar güzel. Erzurum’u sizden okumak da çok güzeldi. Gönlünüzün güzelliği kaleminizden ne güzel akmış. selam ve hürmetlerimle. Ayşenur KURTOĞLU
Çileli ama vakur, ecdadının ruhunu canında saklayan tüm Erzurumlular’a selamlar!