Gel ağabey eğri oturup düz konuşalım ya da doğru oturup gerçeği konuşalım, ne fark eder iyice bir konuşalım. Egoyu, kariyeri, maskeleri, içten pazarlığı, sırları, kırgınlıkları, vs. bir kenara koyup konuşalım…
Geçmişimizi unutmadan, gelecek kaygısı gütmeden, suya da sabuna da dokunarak konuşalım… Etliyi, sütlüyü, yolun başını, yolda bulduklarımızı, yola devam ettiklerimizi, yolda terk ettiklerimizi, yorulanları, düşeni, düşünce kaldırdıklarımızı, arkamızda bıraktıklarımızı, arkamızda taşıdıklarımızı, omuz verdiklerimizi, ekmeğimizi böldüklerimizi, beraber aynı sofrada yediklerimizi, hayallerimizi, ümitlerimizi, elde ettiklerimizi, elimizden kaçırdıklarımızı, önümüze serdiklerini, önümüzden aldıklarını, çıkan fırsatları, karşılaştığımız engelleri, engelleri nasıl aştığımızı, engelleri nasıl kaldırdığımızı, üstesinden geldiğimiz zorlukları, çevresinden dolaştıklarımızı, üstünden atladıklarımızı, battıklarımızı, üzerimize sıçrayan çamurları, kurtardıklarımızı, kurtaramadıklarımızı, hancıları, diğer yolcuları, yolsuzları, yüzsüzleri bir bir konuşalım… Beraber olduğumuz kadar ayrı yürüdüğümüz yolları, vakitli vakitsiz birbirimizin izleriyle karşılaştığımızı, aynı yolu farklı şekilde geçtiğimizi, bıraktığımız izleri, takip ettiğimiz rehberi, sevdiğimiz renkleri bir bir konuşalım…
Yola çıkarken ne olduğumuzu, yolda neye dönüştüğümüzü, yol yorgunluğunu, teri, kanı, hüznü, gözyaşını konuşalım… Neler kazandığımızı, neler kaybettiğimizi, neyden feragat edip neyden vazgeçtiğimizi, yolun bizi götürdüğü yeri, yolu açanı, yolcuyu, yoldan çıkanı, yolu seven ya da yoldan vazgeçeni, yeni yol arayanı konuşalım…
Yol dedik yolu da konuşalım… Çakırını, çukurunu, kıracını, sulağını, virajını, kumunu, çakılını çimenini, dikenini gülünü, bülbülünü kargası kartalını, yokuşunu inişini, düzünü virajını da konuşalım… İstersen kenarı dağ olanı, yanı başı uçurum olanı, manzarası deniz olanı, gölgesi orman olanı, çölü vahayı, gördüğümüz serapları, su içtiğimiz pınarı konuşalım…
Peşimize takılan iti köpeği, kurdu kuşu konuşalım. Gördüğümüz aslanı deveyi, fili çakalı, tilkiyi koyunu, kuzuyu ineği, çobanı ağayı, marabayı konuşalım… Öğrendiklerimizi, öğrettiklerimizi, değirmenciyi unu buğdayı yulafı, demirciyi çekici örste dövülen demiri dövüldükçe ortaya çıkan çeliği konuşalım. Var mısın madeni madenciyi, altını gümüşü, bakırı konuşalım…
İstersen baharı yazı, güzü kışı, buzu ayazı, fırtınayı doluyu, karı konuşalım. Yağmuru çamuru, tayfunu tufanı, boranı konuşalım. Yol bizim hem yolu hem yolcuyu hem de yolda neler olduğunu konuşalım…
Bakma öyle ağabey. Yola senin önce çıkmış olman, benim sonradan yetişmem mesele midir ki? Sen yavaş gitmişsin, ben koşmuşum, biri atla gelmiş, diğeri attan inmiş, bizim gittiğimiz yoksa aynı yol değil mi koşanı yürüyeni duranı dinleneni atla geçen mi mesele yola devam etmek mi?
Yolun kazandırdıkları değil mi önemli? Aç bakalım heybeni. Madem oturduk. Konuşacağız. Sen göster heybendekini, ben dökeyim eteğimdekileri, o göstersin cebindekini… Hepimiz görmedik mi yolda kervan dizeni, heybesini dolduranı, deveyi hamutu ile götüreni… Yol ve yolculuk bu kim kimi kınama, hor görme hakkına sahip ki? Hepimiz yolun sonunu biliriz, merak ederiz. Demem o ki yol bizi neye götürür biliriz zaten…
Benim soracağım, çıkaralım pusulayı ağabey bakalım kimin pusulası şaşmış, kimin ki aynı kalmış…
Ayağınıza taş değmesin selametle.
Bir yanıt yazın