Dadaloğlu şöyle demiş:
“Ferman padişahınsa, dağlar bizimdir”
O gün bugündür gerçek değişmiyor: Dağlar ferman dinlemiyor.
Eşkıya bir yana ayılar bile fermana boyun eğmiyor. Buna rağmen Ankara buyurdu:
“Ayıyı vurun!”
Ayılar ağıt söyler mi bilmiyorum, lakin söylemiş olsalardı aynen şöyle derlerdi:
“Ferman Ankara’nın, dağlar, ormanlar bizimdir”Kılıç kınından çıktı bir kere; değil mi ki avcı kurnaz, av ferman dinlemez… Dağlar çınladı, ağaçlar irkildi… Gün ağarmak üzereydi ve çamların yapraklarına henüz çiğ düşmüştü ki köylü kuşandı:
Eline çiftesini, mavzerini ve de çakar atmazını alan yollara düştü!
Ferman Ankara’dan geldi; ayı vurulacak, vur!
Fakat neden sonra fark ettiler ki, imamı öldüren ayının hangi ayı olduğunu tefrik edecek somut bir delile sahip değillerdi.
Öyle ya Bakanlık şart koşmuştu:
“Ayıyı vurun, ama illâ da imamı öldüren ayıyı vurun!”
Olay yerinden ne görgü tanığı, ne de kamera kaydı var.
Yani imamı katleden ayının, hangi ayı olduğuna dair kriminal bir bulgu yok.
Ortada; delil namına, imam Özer Bakır’ın yırtıcı bir hayvan tarafından öldürüldüğüne dair emare bulunuyor.
Ama hangi ayının bunu yaptığını kimse görmemiş…
Avcı tez kanlı, avcı ayıya susamış…
Bir ayı vursun da hangi ayı olursa olsun. Fakat Ankara bunu kabul etmiyor: İllâ da imamı katleden canavar ayı vurulacak.
Avcının elinde robot resim bile yok.
Sadece katilin ayı olduğuna dair kuvvetli şüphe var; yani özel yetkili mahkemelerin adam tutuklarken sık aralıklarla başvurdukları bir durum:
Kuvvetli suç şüphesi!
Ayı severler kıyamet kopardı, her ayı katil ayı değildir diye…
Bakanlık da bu kızılca kıyametten etkilendi ve ayı vurulmasına süre koydu:
24 saat içinde katil ayı vuruldu, vuruldu yoksa yeniden vur emri almak gerekir.
Oysa mavzerli ve çifteli avcı sabırsız…
Genç bir imam, referandumda sandık görevlisi olduğu köye giderken yırtıcı bir canavarın saldırısına uğradı ve ne yazık ki hayatını kaybetti.
Avcıya göre katil; ayı, evet tereddütsüz ayı…
Henüz adli tıp raporu ortaya çıkmadı; imam öldü ama nasıl öldü tam olarak bilen yok.
Ayı da olabilir, kurt da…
Ya da imama kin besleyen iki ayaklı bir katil de……
Sonunda fatura ayıya kesildi ve vurulması gereken canavar da ayı oldu.
Avcılar için ayı vurmak hayli prestijli bir şey…
Düşünün ki, bir avcı “geçenlerde bir çakal vurdum, şöyleydi böyleydi” dese de kimseden saygı görmez.
Çünkü avcı dedin mi, illâ da ayı veya aslan vurması gerekir.
Kurt da olabilir…
Ahali yollara düştü, illâ da bir ayı vuracak.
Anlaşılan kimse bu isteğe karşı koyamayacak; ister katil ayı olsun, ister başka bir ayı ama şu günlerde mutlaka bir ayı vurulması gerekiyor!
Çünkü ayı ile avcı arasındaki ezeli rekabet yeniden kızıştı.
Ayı mı kazanır, avcı mı bilinmez ama kesin olan şu ki, mutlaka kan akacak…
Bu ülkede her gün trafik kazalarında, iş kazalarında, terör saldırılarında ve sair hadiselerde onlarca kişi hayatını kaybediyor.
Ama hiçbir olayın ardından Bakanlık ferman yayınlamıyor:
“Sebep olan kimseyi vurun”a
Mevzubahis ayı olunca, iş değişiyor. Çevre Bakanı Veysel Eroğlu bile tavrını ayının aleyhinde gösteriyor:
“Vurun ayıyı”
Tıpkı “Vurun kahpeye” olduğu gibi…
Anladık ayılar artık bu avcıların elinden kurtulamayacak, yani vurulacaklar.
Hem de ayı ayrımı yapılmaksızın…
Ve iki ayaklı ayılar da sevinecekler, dört ayaklı hemcinsleri vuruluyor diye!
Bu devirde dört ayaklı ayı olmamak lazım; zira her an köylünün mavzerinden çıkan kurşunlara hedef oluna bilir.
İki ayaklı ayı olmak nasılsa geçer bir akçe, bırakın vurulmayı ödüllendirilirsiniz bile…
Ankara ferman verdi:
“Ayı vurulsun”
Fakat aynı Ankara ayarı açıp belirtmedi:
“İki ayaklı olanlar mı vurulsun, dört ayaklı olanlar mı?”
Umuyorum avcılar işini biliyordur!
MEHMET ŞENER
Bir yanıt yazın