Garip bir ülkede yaşıyoruz.
Hemen her gün ya bir suikast timi yakalanıyor, ya da daha önce yakalananların akla ziyan planları saçılıyor etrafa…
Bu kadar acı tecrübeye rağmen ne yazık ki hala birileri aynı nakaratı tekrarlayıp duruyor:
“Ordu niye kadar alttan alıyor, niye böylesine suskun?”
Ortalama on yılda bir askeri müdahale geleneği olan bir ülkenin evlatları olarak, eskiden işler biraz karışınca endişeye kapılıp, “ya ordu darbe yaparsa” diye endişelenirdik. Şimdi bazı kesimlerde tersi bir durum söz konusu! AK Parti’den ve AK Parti’nin izlediği politikalardan memnun olmayanların bir kısmı, işi abartarak, demokrasi dışı çözümler üzerinde çare arıyor:
Rejim elden gidiyor, devlet yıkılıyor, vatan bölünüyor!
“Haydi asker gelsin!”
Dikkat ediyorum da, askere davetiye çıkaran bu insanların bir kısmı oldukça aklı başında kişiler… Ama nasıl oluyorsa oluyor; demokrasiden, sandıktan, siyasi mücadeleden ve hukuktan ümit kesip, çözümü askeri müdahalede arıyorlar!
27 Mayıs’ı ve 71’i bilmiyorum ama 80’i ve de 28 Şubat’ı yaşayarak gördüm. Ordu, 80’de sivil yönetime doğrudan ve fiilen; 28 Şubat’ta ise, adına “postmodern” denilen bir üslupla, yani medya ve sivil örgütler marifetiyle müdahale etmişti.
İkincisinde kan akmadı ve gencecik insanlar idam sehpalarında sallanmadı belki ama, hem demokrasi hem de hukuk ciddi yara aldı. 27 Mayıs’ın üzerinden kırk küsur yıl geçmesine rağmen halen Yassıada’da yakılan ateş tütüp duruyor. Menderes ve arkadaşları silah zoruyla indirilip, idam sehpasına çıkarılmasaydı, belki de siyaset sahnesinden silinip gidecekti.
Kırk küsur yıldır kimse Demokrat Parti’nin ülkeyi on yıl boyunca nasıl yönettiğini değil, Başbakan ve iki arkadaşının nasıl asıldıklarını konuşup duruyor. Cuntacılar ve cuntacıların getirdikleri hukuk önünde Menderes, sanık olmasına karşın, toplum vicdanda hep mağdur ve mazlum oldu. Bilmiyoruz, yaşasalardı ve hukukun hakim olduğu gerçek bir mahkemede yargılansalardı acaba suçlu bulunurlar mıydı?
Artık ne söylesek boş; öyle veya böyle tarih hükmünü veriyor.
Gelelim, günümüze ve sırf AK Parti’den kurtulmak için askeri darbe çağrısında bulunan kişilere…
Türkiye, aslında ta Tanzimat’la birlikte çıktığı Batı yolunda, son kırk yıldan bu yana düşe kalka yürüyor. Hele son üç dört yıldan beri de, nerdeyse yolu yarılamış durumda. AB üyesi oluruz veya olamayız, bu çok önemli değil. Kaldı ki, Türkiye’ye karşı sürekli çifte standart içinde olan AB topluluğu, üye etmemek için her türlü oyuna başvurup duruyor. Dolayısıyla, belki yolun sonuna varacağız, ama yol bizim için bitmemiş olacak.
Benim arzum ve bu dikenli yoldaki beklentim şudur: Ülkemin top yekûn kalkınması, demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla devlet ve toplum hayatında pratiğe geçmesi, daha fazla hukuk ve tavizsiz insan haklarıdır.
AB sürecinde, Türkiye’nin en ciddi kazancı bu olacaktır.
Peki, askeri müdahale isteyenlerin beklentisi nedir ve onları darbe çığırtkanı kılan nedenler haklı mıdır? Peşinen şunu söyleyelim ki, gerekçe ne olursa olun, askeri müdahale ne meşrudur ne de ihtiyaçtır.
Tamam… Tutunuz ki, iktidar ciddi yanlışlar yapıyor, özellikle milli meselelerde pek çoğumuzu endişelendiren zikzaklar çiziliyor. Bunun çaresi, askeri darbe yapmaya mı çağırmaktır, yoksa siyasi mücadeleye mi koyulmaktır?
Geçmişte yapılan askeri darbelerin hangisi, ülkemize kalkınma hamlesi yaptırmıştır; hangi darbeden sonra Türkiye, dünya liginde yükselmiştir?
Tarih ortada, isteyen açıp baksın… Her askeri darbe bu ülkenin yirmi otuz yıl geriye gitmesine neden olmuştur.
Asker, yani Türk Silahlı Kuvvetleri, bu ülkenin ve milletin en değerli kurumlarından birisidir.
Orduyu, gözbebeği gören bir millet olarak, o kurumdan yegâne beklentimiz, ülkemizin ve devletimizin içte ve dışarıda güvenliğini sağlamasıdır. Dosta güven veren, düşmanlarımıza karşı caydırıcı olan ordumuzu, ikide bir de darbe yanlısı göstermek, yanlıştan öte bu kuruma yapılmış hakarettir.
Hükümete ne kadar kızıyor olsak bile, başvuracağımız yol, darbe istemek olmamalıdır. Tüm çareler tükenmiş, hükümet hukuku, demokrasiyi ve insan haklarını rafa kaldırıp da diktatörlük mü ilan etti ki, son bir ümit olarak orduya sığınıyoruz?
Şu itirazı hem haklı buluyorum hem de destekliyorum:
Hükümet, Meclis’teki sandalye sayısına dayanarak, sokağın sesine, aydının itirazına, medyanın eleştirisine, iş çevrelerinin tepkisine kulak tıkarsa, -ki, yer yer böyle yapıyor- en sert muhalefeti hakketmiş olur. Ama böyle olsa dahi, çözüm askeri darbe yapmaya çağırmak değil, sokağa inip, dişe diş mücadele vermektir.
AK Parti şayet bir askeri darbe neticesinde iktidarı ele geçirmiş olsaydı ve tıpkı Hitler gibi demokrasiyi askıya almaya kalksaydı, başka bir darbeyle de gitmeyi hakketmiş olurdu.
Fakat böyle olmadı.
Seçimle geldi ve ancak seçimle gitmelidir. Darbe isteyenler aslında, demokratik yolla alt edemedikleri bir partiyi, askerin silahıyla yıkıp, yerine geçmeyi planlıyorlar. Bunun adına da demokrasi diyecekler!
MEHMET ŞENER
Bir yanıt yazın