Kurucu Rektör göreve başlar başlamaz elbette Üniversitenin fiziki koşullarını ayarlamak gibi çetin işlerle de uğraşacaktır. Umarız bu ağır ve zorunlu mesai asıl “işe”, yani akademik yapılanmaya ayrılacak kıymetli mesaiye tecavüz etmez.
Gazetede ”Erzurum Teknik Üniversitesi Rektör adayları görücüye çıktı” başlıklı bir haber okumak ne kadar keyif verici değil mi?
Bir zamanlar gözümüze erişilmez hayal gibi görünen “İkinci üniversite“ nihayet ete kemiğe bürünüyor. Prof. Dr. Muammer Yaylalı, Prof. Dr. Fahri Yavuz ve Prof. Dr. Nuri Bakan’ın isimleri onaya sunulmuş…
Bu üç değerli memleket evladının hepsi böyle görevlerin üstesinden gelmeye ehil bilim adamları…Bakalım bu onurlu hizmet hangisine kısmet olacak, şimdiden uğurlu olsun!
Atanacak yeni Rektörü ağır ve onurlu bir mesai bekliyor. Kadrolaşmada “Liyakat”e azami dikkat gösterilmesi, Üniversite’nin çıkarınadır. İdari atamalar ve akademik kadronun teşekkülünde bilimsel titizlik ve objektifliğin ikincil konuma itilmemesinin önemine işaret etmek isteriz.
Üniversitede başarı, bilimsel zekayla mümkün olur, idari ve bürokratik ihtirasla, kişisel ikbal arayışlarıyla olmaz. Hele de üniversitenin “emzirme ve büyüme” döneminde idari ve bilimsel liyakat ne kadar yüksek düzeyde olursa, bilimsel atılım imkanı o kadar yüksek olur…
İşin başında idari ve bilimsel zaaf sergilenirse, üniversitenin hamuruna hatalı maya çalınmış olur. Meşhur sözdür, yığınaktaki hata zaferi imkansız kılar!
Eğitim öğretim deyince hatırıma geldi…“Araştırma ve bilim üretme merkezi olmaktan çok büyük öğretim kurumu olmakla yetinmek” keyfiyetini Türk Üniversitelerinin temel zaafı olarak görüyorum.
“Yüksek okul karakterini” aşamayan yüksek öğretim kurumlarının, “Üniversiteleşme iddiası” fuzuli çabadan başka nedir ki?
Evet, hazır bilimi öğretmek de önemli bir misyondur. Ancak “hazıra yeni bir şeyler katabilmek”, “mevcut bilim merdivenine yeni basamaklar ekleyebilmek” asıl üniversal misyon olsa gerek!
Erzurum Teknik Üniversitesi, temel hedefini sadece “öğretim” değil de “gerçek araştırma” ve “bilim üretimi” olarak belirleyip, icra edebilecek midir?
Umuyor ve hatta kuvvetle inanıyorum ki “gençlere yeni araştırma ufukları açan, yeni metotların uygulanmasına fırsat vererek her öğrenciyi yarının kaşifi ve mucidi haline getirecek bilimsel ortamı hazırlamak”, Erzurum Teknik Üniversitesinin temel misyonu olacaktır.
Kurucu Rektör göreve başlar başlamaz elbette Üniversitenin fiziki koşullarını ayarlamak gibi çetin işlerle de uğraşacaktır. Umarız bu ağır ve zorunlu mesai; asıl “işe”, yani akademik yapılanmaya ayrılacak kıymetli mesaiye tecavüz etmez.
Rahmetli Nurettin Topçu’nun ne kadar güzel bir tespiti vardır. “Doğu’da Üniversite mi kurulur” diye velvele koparanlara, merhum hemşehrimizin 1952 yılında verdiği muhteşem cevabı hatırlayalım:
“Doğu’da üniversite açılamayacağını iddia ediyorlar. Hâlbuki üniversite, cemaate bela olacak bedenlerin değil, fikirlerin barınacağı yerdir. Mütevazı bir kulenin çatısı da ona kâfi gelir.
Eski asırlardan kalma bir kral sarayı olan Sorbonne, içinde dolaşan adamlarla çatırdayacak kadar harap bir binadır. Fikir hayatına sahip olamayanlar ise, lüks ve sefahat içinde saraylarda sürükleniyorlar. Yalnız Erzurum Kongresinin toplandığı binada değil, bir köylü evinde de üniversite açılabilir. Çünkü onun gösterişe hiç ihtiyacı yoktur. Kendi tabii işleyişiyle bünyesini genişletir.”
Gerçek üniversitenin görevi, büyük binalar, saraylar dikmek değil; büyük insanlar, mucitler, kâşifler yetiştirmektir!
Atatürk Üniversitemiz kurulurken, hemen yanı başında ona rehberlik edecek bir ağabeyi yoktu. Teknik Üniversitemiz bu konuda daha talihli… Nice Üniversitelere kuruculuk yapan Atatürk Üniversitesi, bu kez ikisine önderlik edecek… Ne büyük talih ikisi için de…
Bu büyük eseri şehrimize kazandıran herkese tekrar şükranlarımı iletiyor, Rektör atamasıyla ete kemiğe bürünecek olan ikinci üniversitemize “bilimsel sonsuzluk” yolunda başarılar diliyorum!
Yarenlik
Parmaklarımın arasından
Tarifsiz bir aceleyle kayıp giden
Oltu taşı şu yadigar tespihin
Sihrine kapıldığım günden beri
Avuçlarımdan bakar dünyaya
Kara gözlerin
Parmak uçlarımla geliştirilen
Bu alışılmadık ünsiyet
Zikrin taaa kendisi olsa gerek
Bakın şu kapkara taşların
Ellerime ettiğine
Yapıştırdı gönlümü
Bir parça kağıt gibi
Gönlünün eteğine
Bazen uyuşmuş
Ve karıncalar doluşmuş
Narin bir parmak ucunun
Kapkara taşlara dokunuşunun
Farkı yoktur bilir misiniz
Sevda ve ayrılıkla titreyen
Dudakların buluşmasından
Ayrılık ipin kopmasıyla başlar
Toplanması muhal dağılan tanelerin
Ancak bir seher vakti bulunur izleri
Gecelerde kaybolan divanelerin
Hey gidi hey karanın egemenliği
Hey gidi aşk denen güzel şey
Seher olmak üzre hadi
Başlatalım yarenliği
Erzurum, 12.07.2004
Vahdet Nafiz AKSU
Bir yanıt yazın