Kartallar yüksek uçar!
Bir televizyon dizisini hatırlatma adına yazmıyorum bu gerçeği.
Sadece önemli bir ayrıntıya vurgu yapmak istiyorum.
Kanatlılar camiasının “en asil” temsilcisidir kartal.
Bulutların üzerinde uçar, dağların zirvelerinde, yalçın kayalıklar üzerinde yuva yapar, şimşek hızıyla hareket eder.
***
Herkes böyle bilir, böyle tanır göklerin kralını.
Tıpkı yırtıcı dünyasının bir başka kralı, aslan gibi.
Asalet ve cesaret, her iki kralın da hayranlık duyulan ve gıpta edilen özelliğidir.
Avlarını kendileri bulur, yakalar yer ve asla “leş”le beslenmezler.
Hedefe kitlendiklerinde, kurtuluş çok da kolay değildir.
Çoğu zaman tek hamlede bitirirler işi.
Kimseye minnet etmeyip, kendi işlerini kendilerinin görmeleri, en belirgin yanlarıdır.
Bu sebepten olsa gerek severiz bu asi ve asil yaratıkları…
Ve bu sebepten olsa gerek çocuklarımızın kiminin adına “aslan” der, kimine “kartal” diye sesleniriz.
***
Sadece çocuklarımızın adı değildir kartal, o aynı zamanda dadaşın asaletinin, cesaretinin ve azametinin de sembolüdür.
“Çift başlı” olanından hem de.
***
Aslında şimdilerde “hey gidi günler, hey” diye iç çekip, “kartal asaletin, cesaretin ve azametin sembolüydü” demek ve geçmiş zaman eki kullanmak en doğru olanı.
Çünkü gerilerde kaldı kartallar, aslanlar ve asalet kokan güzelliklerin bi çoğu!
O, yüksekten uçan kartalların yerini şimdilerde akbabalar aldı.
Artık “Erzurum semaları”nda kartaldan çok “leş kargaları” gözüküyor, hem de inanılmaz bollukta.
***
O kargalar ki, uzaktan baktığınızda sanırsınız kartal!
Öyle ya, sonuçta onların da geniş kanatları, keskin bakışlı gözleri, iri gagaları ve üzerinde sivri tırnaklarının bulunduğu pençeleri vardır.
Bu haliyle gerçekten “yırtıcı bir kuş”tur her biri.
İtirazsız yani.
***
Ama bir eksik tarafları vardır ki…
Kimseye hiç de sıcak ve sempatik gelmezler mesela.
“İtici bir yanı vardır” hemen hepsinin, sevimli değil, hoyrat görünüşlüdürler.
Niye?
Çünkü “asalet fukarası”dır o kargalar.
Sevimsizlikleri bundandır.
Kartal gibi asil duruş göremezsiniz hiç birinde.
Varsa -yoksa karın doyurma telaşı güderler sürekli.
***
Tabi bi farkla!
Ya leşle, artıkla beslenir, ya avlarını kahpece tuzağa düşürerek ele geçirirler.
Tıpkı aslanın artığını kapma adına yarışan ve biribirlerine diş gösteren çakallar, sırtlanlar gibi.
***
Onlardan da yerin üstünde…
Yolda, izde, caddede, sokakta ve de “sürü halinde” görmek ve bulmak mümkün.
Sağa bakar rastlar, sola döner göz göze gelir, “ulan amma da çokmuşsunuz” der, isyan edersiniz o çirkin suratlılara.
***
Canınız çokca sıkıldığında, bir an kulaklarınızın uğuldadığını, gözlerinizin karardığını hisseder, sarsılırsınız.
Gördüğünüz her bir çirkinlik, her bir yanlış, çıkara dayalı atıldığını iyi bildiğiniz adımlar ve menfaat temin etme adına yağdırılan iftiralar, sert bir yumruk yemiş boksör misali, abondone eder sizi.
Düşmemek için dayanak arar, hayat ringinin iplerine tutunmayı çare olarak görürsünüz.
***
Biliyorum ki, biçoğunuz özellikle göçün yaşattığı, omurgamızı “elastik”hale getiren olumsuzluklara isyan ediyor, haykırıyor, yumruğunuzu sıkıyor, dişlerinizi gıcırdatıyor, ama öyle kalıyorsunuz.
Çaresiz, bitkin ve çokca da öfkeyle.
***
Rahmetli Reyhani’nin “gidirem, arhama bahmadan gidirem” deyişi çok etkiler beni.
Son zamanlarda dostlarımdan, arkadaşlarımdan, tanıdıklarımdan daha bir sıklıkla duyduğum “gidirem”e karşılık, önceleri gidenlerden, gidip de başka başka şehirlere yerleşenlerden aldığımız “gelin, gelin de dedikodudan, sıkıntıdan, kalleşlikten kurtulun” şeklindeki davetlerin çokluğu beni bugün böylesi bir yazı yazmaya itti.
***
Hani sayımız çok olsa, Dadaloğlu gibi, “giden gider kalan sağlar bizimdir” diyeceğim de…
Diyemiyorum maalesef, çünkü geride kimse kalmadı.
Üzülerek söylemeliyim ki, gelinen son noktadır bu.
Adı da “çöküştür” bu son noktanın!
***
Düşünün lütfen, tefekkür edin bir anlığına!
İzmir’de yaşayan bir Erzurumlu, tam 37 yıl devletine, milletine ve memleketine hizmet etmiş, “ödül” beklerken “sürgün”e giden bir başka Erzurumlu’ya “gelme” demiyor, aksine “gel, gel de kurtul” diyerek kucak açıyorsa…
Ne söylenebilir ki başka!
***
İzmir’e yerleşen o Erzurumlu ki, bu şehirde halâ unutamadıkları vardır.
Memleketinin filan okulunda okumuş, falan mahallesindeki kızını sevmiş, Cumhuriyet Caddesi’nde volta atmış, Ramazan’da suyu Yazıcı’dan götürmüş, yumurtalı pidesini Yeşilkent ‘te yaptırmış, kadayıfı Akdağ’dan almıştır…
Aklı halen daha buralardadır doğal olarak.
Unutmaz, unutumaz memleketini.
Hasret duyar uzaktan ana yurdu, baba ocağına.
Aklına sevdası geldiğinde ya cigarasından derin bir nefes alır, ya da iç çeker durmadan.
***
Televizyon ekranında davul-zurna çalıp, dadaşların bar oynadığını gördüğünde veya Mükerrem’e “göç göç oldu” deyip, eşlik ettiğinde hatıraları bir film şeridi oluşur terk-i diyar etmiş her Erzurumlu’nun hafızasında.
O an yaşarır gözler, bilirim.
Ağlar çoğu, burnunu çeke çeke.
Onlar orada, biz de burada.
Biz de iç çeker, “ah” eder, ararız eskiyi, eşi, dostu, yareni.
***
Aslında neyin ne olduğunu, “dert yüklü, gam yüklü Doğu Katarı”nın nereye, hangi meçhule doğru gittiğini bilenler, o kara gözlerden akan yaşın her bir damlasında yüklü mesajların da farkındalar.
Biçarelik kokar o mesajlar…
Ya da pişmanlık!
“Emanete sahip çıkamamanın itirafı var”dır o damlaların içinde.
Elbette ki, anlayana!
***
Anlamayana veya anlayamayanlara gelince…
Biliyorum ki, o duyarsızlar açısından davula vursan da nafile, zurnaya üflesen de.
Borazan öttürsen tınlamaz çoğusu.
***
Bu nedenle benim “tek umudum ufkumuzu saran ve karartan leş kargaları!”
O leş yiyicileri değil midir ki, yalan söyleyerek, iftira ederek, kara çalarak bizi biribirimize düşürüyor, zayıflatıyor ve bölücünün, Erzurum’un üzerinde hain emel besleyenlerin, Ermeni kahpelerinin ekmeğine yağ sürüyorlar.
Yazarak, konuşarak meramımızı anlatamamamızın en önemli nedeni belli.
Atıyorlar bir “piç”i ortaya, kuzluyorlar adeta.
Sonra ayıkla pirincin taşını, ayıklayabilirsen eğer.
Boşuna zaman kaybı ve ardından gelen saçma sapan yorumlar, değerlendirmeler.
***
Bu yüzden geriye kala kala sadece “görmek” kalıyor.
Görmek, görerek düşünebilmek.
Yani oynanan çıkara ve menfaate dayalı o rezil oyunu sezebilmek.
Asıl mesele burada.
***
Düne kadar dağlarının karlı zirvelerinde salınarak uçuşan kartalların yerini bugün leş yiyicilerin aldığını görürsek eğer, uyanırız.
Ve inşallah uyanacağız da.
Bu memleket boşuna mı Mevla’ya emanet edildi!
Öyle mi zannediyoruz biz!
***
Sahip belli.
Ama önce biz yalanı, dolanı, riyayı…
Yalancıyı, dolandırıcıyı, riyakarı görecek…
Sadece görmekle kalmayacak, yeni bir zafer daha yazmak amacıyla yerimizden doğrulacak, bu güzel şehri çakallardan, yamyamlardan ve leş kargalarından temizleme adına başlayacağız mücadeleye.
Göreceksiniz, yapacağız bunu.
Birlikte hem de.
O gün yeni bir “kurtuluş bayramı” olacak ve güneş yeniden ve çok daha parlak haliyle Doğu’dan doğmayı sürdürecektir.
Hazırlanın.
Bayram yakındır.
Öztürk Akkök
Bir yanıt yazın