Erzurum bir marka!
Kim ne derse desin, bu böyle.
Ülkenin 81 şehri içinde, ilk akla gelenlerden.
Bugün hakettiği yerde bulunmayışı…
Tozun, toprağın içinde cebelleşiyor oluşu, sadece ve sadece markanın üzerine hafifçe gölge düşürüyor, o kadar.
Yoksa isim ve sıfat muhteşem: Erzurum ve dadaş!
***
Ama şehir için aynı şeyleri söylemek ve “marka” demek, çok da mümkün değil.
Gerçi bulunduğumuz coğrafyada bir numarayız.
Bu koca şehri Erzincan ile, Bayburt ile, Iğdır, Kars, Ardahan, Ağrı ile kıyaslamak mümkün değil. Erzurum’u çevresindeki şehirler ile aynı teraziye koyup, tartmak hem yanlış, hem haksızlık, hem de “insafsızlık” olur.
***
Çoğu insanımız çevre illere, ilçelere gidip – geliyor.
Mesela pazarlamacılar, ilaç mümessilleri ya da bölgedeki kuruluşları denetlemekle görevli müfettişler ve hatta akademisyenler…
Bir ayakları sürekli dışarıda.
Biliyorum ki, giden işini bir an önce bitirip, gerisin geriye dönmek için can atıyor.
Çünkü oralarda hayat inanılmaz şekilde durağan ve sıkıcı.
Erzurum’un farkı, büyüklüğü, özelliği ve güzelliği Ağrı ile Kars ile, Bingöl, Bitlis veya Muş ya da diğerleri ile kıyaslandığında çıkıyor ortaya.
***
Ama dönüp çok daha gelişmiş, modern ve hareketli illere, Antep’e, Maraş’a, Samsun’a, Trabzon’a, Kayseri, Konya ve hatta Sivas’a baktığınızda, bu kez de boyun büküyor ve “niye biz de böyle değiliz”diyerek üzülüyorsunuz doğal olarak.
Onların yanında da hayli sönük kalıyor Erzurum.
***
İşte bu şehir, olumlu ve olumsuz yönleriyle geçtiğimiz cumartesi akşamı Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Prof. Dr. Mustafa İsen’in talebi doğrultusunda yatırıldı masaya.
Amaç, “Erzurum’u marka şehir haline nasıl getiririz?” sorusuna cevap aramaktı.
Toplantıya önceden Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala’nın da katılacağı duyurulmuştu. Ancak, sayın Ala’nın son anda bir işi çıkmış. Bu nedenle göremedik kendisini.
***
Keşke olsaydı.
Gençlik Spor Müdürlüğü’nün yaptırdığı son derece şık binada o akşam hemen her kesimden insanı bulmak ve görmek mümkündü.
Aslen Erzurumlu olan Efkan Bey ile bugüne kadar tanışma fırsatı bulamamış insanlar olarak, en azından “el sıkışıp, merhabalaşma ve tanışma imkanı elde edebiliriz” diye düşünüyorduk, olmadı.
Kısmet değilmiş. Kim bilir, bi bakarsınız seçim döneminde bu fırsat kendiliğinden çıkar ortaya.
Olmaz mı yani!
***
Bir süre Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı olarak da görev yapan Prof. Dr. Mustafa İsen, aslen Sakaryalı, ama “bizden biri!”
“O da nasıl iş” demeyin sakın!
Sayın İsen, uzun yıllar Atatürk Üniversitesi’nde görev yapmış, ta ki doçent olana kadar.
Bu nedenle “bizden biri” olup, çıkıvermiş!
***
Konuşmasında “vefa borcu ödeme niyetinde bir insan” görüntüsü veren ve toplantı boyunca düşündüklerini sıralayan Mustafa İsen, fitili ateşlemeye çalıştı, kalkınmanın yolunun turizmden, özellikle de kış turizminden geçtiğini söyledi, “yıldızınız parlıyor, ha gayret” diyerek, sivil inisiyatife, bu yıldızı daha da parlatma çağrısı yaptı.
***
Erzurum’da yaşamış, bizi bilen, tanıyan ve seven birisinden gelen“memleketinize sahip çıkın, yıldızınızı daha da parlatın” uyarısı hoşuma gitmedi değil.
Ancak, işin için sivil inisiyafit girince, “eyvah” demekten alamadım kendimi.
Hem de eyvah ki, ne eyvah!
***
Alınganlık göstermeye gerek yok.
Ben de Erzurum’daki sivil kitle örgütlerinden birisine, Erzurum Gazeteciler Cemiyeti’ne üyeyim ve hatta o cemiyetin yöneticilerindenim.
Sakın ola ki, kendimi veya kendimizi bir kenara alıyorum sanmayın.
Bugüne kadar yaşadıklarımızı, yapılanları, yapılmayanları, söylenenleri ama verilen sözlerin tutulmayışını aklıma getiriyor…
“Bu kafayla bizden bir şey olmaz” yargısına kapılıyorum.
Doğrusunu söylemek gerekirse…
Güçlerin birleştirilmesini, ortak bir payda etrafında toplanılmasını, meselemize sahip çıkma kararlılığını ve dayanışmayı “bizden çok uzakta görüyorum!”
***
Zira kötü örneğimiz o kadar çok ki!
Normalde doğru bir tanedir. Ama bizim ne hikmetse “çok doğrumuz”var!
Birimizin “doğru” dediğine, bir diğeri rahatlıkla “yanlış”, “düz”dediğine, öteki “eğri” “siyah” dediğine “beyaz” diyebiliyor.
Niye?
Çünkü paramparçayız, çünkü binbir çeşidiz, çünkü iyiniyetli değiliz de ondan!
***
Mesela biz gazeteciler ayrışmış durumdayız.
Bir tarafta Erzurum Gazeteciler Cemiyeti, bir başka tarafta Doğu Anadolu Gazeteciler Cemiyeti. Herkesin “ayrı telden” çaldığı ve “bildiğini okuduğu” bir camia!
Haydi geçtik bizi. Diyelim ki bizler “umutsuz vakayız!”
Ya Erzurum Ticaret ve Sanayi Odası ile Erzurum Ticaret Borsası’na ne demeli?
İş dünyasının “baba” temsilcileri “düşman kardeş” gibiler.
Hatta “gibi”si bile fazla.
Düşmanlar.
Resmen hem de.
***
“Esnaf Birliği” deseniz, başındaki insan, zimmet suçlamasıyla yargılanacak.
Esnaf odaları da bu anlamda resmen bölünmüş durumdalar.
Her kafadan farklı sesler çıkıyor.
***
Dönüyoruz bir başka yöne.
Erzurum kadını yeterince iyi ve hoş biçimde temsil edilemiyor.
Bi Zekiye Ablamız var, işte o kadar!
Hangi taşı kaldırsanız, altında mutlaka o var.
Zekiye Abla’daki performansa, gayrete ve iştaha şaşırıyor, hayret ediyor, yine de “hadi olsun” diyerek altan almaya çalışıyorsunuz ama, sabır bir yere kadar tahammül ediyor.
Nalıncı keseri imajı, çoğu zaman en sabırlı taşı bile “çat” diye çatlatıyor.
***
Erzurum Kalkınma Vakfı (ER-VAK) bir zamanların “en popüler”örgütlerinden birisiydi. Şimdi öyle değil maalesef. ER-VAK Başkanı Erdal Güzel’in Erzurum adına birşeyler yapma gayreti ve iyi niyeti, herkes gibi bizi de etkiliyor.
Ancak, dikkat ediyor musunuz bilemem de, ER-VAK son zamanlarda sanki çekim gücünü kaybetti, yalnızlaştı, dolayısıyla başkanı da müthiş hırçınlaştı.
Bu hırçınlığı, Erdal Güzel’in tavrında ve yazılarında daha net şekliyle görmek mümkün. Örneğin “ayrık otları” başlıklı son yazısı…
Üslubunu, yumuşak huyluluğunu ve hoşgörüsünü bildiğim Güzel’e, hele de ER-VAK Başkanlığı yapan birisine bu yazıyı yakıştıramadığımı söylemeden geçemeyeceğim.
Yazılanların doğruları yok mu, var tabi.
Siz bu çuval dolusu yazı yazarsanız, içinde mutlak doğrular da olur elbet. Ama bütünüyle o yazı, Erzurum insanını resmen yerle bir ediyor, pestile çeviriyor adeta.
***
Sivil inisiyatif, kitle örgütü, toplumsal kuruluş konularında dönüp bir de başka illere, örneğin Diyarbakır’a, Van’a, Siirt’e, Hakkari’ye bakmak lazım!
Geçtiğimiz günlerde Diyarbakır’da bilmem kaç sivil kitle örgütünün yöneticisi biraraya geldi, bölücübaşı lehine kararlar aldı ve aldıkları kararları da bir ortak bildiri ile duyurdular: “İmralı’dan, ev hapsine!”
Gerçi o bildiride sivil kitle örgütlerinin tamamının imzası yoktu. Ama büyük çoğunluk, sizin, bizim, vatanını, milletini, devletini ve ülkesinin bölünmez bütünlüğünü savunanları isyan ettiren öylesine “edepsiz bir karar”ın altına imza attı ki, ders verdiler bize, ortak hareket etmek nasıl olurmuş, herkese gösterdi, soktular parmaklarını gözümüzün içine.
***
Hoşunuza, hoşumuza gitmese de, işte birlik, işte beraberlik, işte kararlılık bu.
***
Ya bizler!
Acaba haklı olduğumuz hangi işte “birlikte” varız?
“Erzurum” diyor ama, hiçbir ortak paydada buluşamıyor, elele tutuşamıyor, kolkola giremiyor, aksine biribirimizin kuyusunu kazma adına inanılmaz işler yapıyor, arkadan arkaya utanmadan, sıkılmadan, acımasızca iftiralar yağdırıyoruz.
***
Aslında biz önce “ne yapmamız gerekiyor?” sorusunun cevaplarını bulmak ve vermek zorundayız.
İzninizle o cevapların birkaçını sıralayayım istiyorum.
Yazacaklarım aslında “bildik şeyler”, ama olsun, en azından unutanlara hatırlatmış olurum.
***
Biz önce bir araya gelmelı ve “ben” yerine “biz” demesini öğrenmeli…
“Hep bana, rabbena” sözünün yerine “bölüşüm ve paylaşımı”monte etmeli…
Nalıncı keseri gibi sürekli kendimize yontmayı bir kenara bırakmalı ve biribirimizi olduğumuz gibi kabullenip, sevmeye çalışmalıyız ki, Erzurum’u da marka şehir haline getirelim.
***
Demem o ki, “cüzdanlardan” önce “vicdanlar” marka haline gelmeli ki, o “gönül adamları” da emanet aldıkları bu şehri marka yapabilsin.
***
Yoksa gönülleri virane…
Vicdanları harap…
Yürekleri kara…
Kafaları da “tilki yuvası” haline gelmiş yaratıklarla bu şehrin bir yere varması çok da mümkün olmayacaktır.
Sayın İsen, çok istese bile!
Öztürk Akkök
Bir yanıt yazın