Günün birinde AB üyesi bir ülke olabilir miyiz olamaz mıyız bilinmez ama Türkiye, sanki yarın bu “kulüp”e girecekmiş gibi, gerekli altyapı çalışmalarını sürdürüyor.
Her ne kadar AB ülkelerinin akla ziyan tavırları yüzünden, millet de hükümet de artık eski coşku ve heyecana sahip değilse de, Türkiye’nin rotası değişmedi:
-AB’ye tam üyelik…
-Batı ile entegrasyon…Bulunduğu coğrafyada, Batı’nın kurduğu oyunların içinde rol alan değil, bizzat oyun kuran bir ülke olmak… İşin doğrusu değişmemeli de… Çünkü bu rotanın nihai hedefi, bir birliğe üye olmaktan çok daha fazlasıdır. Bu sebeple, AB ister bizi üyeliğe kabul etsin, isterse yıllardan beri yaptığı gibi kapıda oyalayıp dursun, hiçbir önemi yoktur.
Değil mi ki Türkiye, “AB üyeliği hedefi” ile daha nitelikli bir demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını ve yüksek kaliteli bir hayat standardını amaçlamıştır; o halde üye olamasak da büyük bir kaybımız olmaz. Hatta biz ülke olarak o seviyeye ulaştığımızda, belki de halkımız üyelik konusunda ayak sürüyecektir.
Ama bugün için, AB üyeliği hedefinden şaşmadan yol almalıyız ki, herkes için gerekli olan “insan gibi yaşama” kalitesine ulaşabilelim…
Şu kadarını artık biliyoruz: Bu ülkenin iç dinamikleri, geleneksel siyasal yapısı, her zaman buyurgan olan otoriter yönetim anlayışı, iç-dış dengeler ve atanmış-seçilmiş kralların statükoyu koruma refleksi yüzünden, bin yıl da geçse millet olarak çok kaliteli bir demokrasiye ulaşmamız oldukça zor.
Tamam; biz Türkler ta Asya’dan ilk yola çıktığımızdan beri, hep Batı’yı menzil olarak gördük ve Tanzimat’la başlayan süreçle birlikte de, kör topal da olsa demokrasiyi amaçladık. Ama sonunda gördük ki, öyle demokrasi aşığı bir millet yapımız da yoktur.
Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki kazanımları ayrı tutarak söyleyecek olursak, birçok olumlu adımı kendiliğimizden değil, dış konjöktür yüzünden attık. Yani birileri bizi teşvik ya da tehdit etmediği sürece, kendiliğimizden bir yeniliğe kolay kolay imza atamıyoruz.
Misal; çok partili sisteme de Batı’nın zorlamasıyla geçmiştik…
Fakat bugün şartlar hayli farklı… İster köprünün altından çok sular geçmiş olmasından deyiniz, isterse mevcut siyasi iradenin AB üyeliğini samimi biçimde istediğini düşünün fark etmez;
Türkiye artık yerleşik bir demokrasi, herkesin kendisini güven altında hissedeceği bir hukuk düzeni ve çağdaş bir yaşam talep ediyor.
Dünden farklı olarak bu kez sokağın nabzı da bu yönde atıyor…
Kolay olmadığını biliyoruz; ama bu yolda samimi bir irade var. Bu da işin en az yüzde ellisi demektir.
AK Parti’nin seçim beyannamesi, bazı yönleriyle toplumun tamamını kucaklamasa bile özellikle sosyal alanda hakikaten insanın içini ferahlatan başlıklar var. Yeni anayasaya dair ana bakış da son derece çarpıcı…
Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak… Statüko halka ve halkın değerlerine karşı yeni kaleler, yeni sığınaklar kurup, korku şehirleri oluşturamayacak.
Değişim talebi, sadece iktidar partisini değil, en marjinal partileri bile yeniden kendilerini gözden geçirmeye zorluyor.
Bu gelişme CHP’de baskın biçimde öne çıkarken MHP’de de ayak sesleri duyuluyor.
Sivil ama çağdaş bir anayasa…
Türkiye Devleti şeffaf olmak istiyor, halkı tarafından denetlenmek istiyor, yönetimlerde halkının önerilerine ve taleplerine kulak vermek istiyor.
Kendi adıma diyebilirim ki, geleceğe dair de güven duygum güçlendi ve umudumu tazeledim.
Yolumuz uzun ve dikenlerle dolu…
Lâkin bu yol, bizi ulus olarak doğru hedefe götürecek bir yoldur.
Biliyorum sabrımız su kesti ancak azimle yola devam etmekten başka çare yok…
Mehmet Şener
Bir yanıt yazın