MENÜ ☰
ATA-AÖF’te Sınavsız İkinci Üniversite Ön Kayıtları Devam Ediyor
Büyük Erzurum Sofrası
Erzurum Haber Gazetesi » Yazarlar » Eski Erzurum’un Sosyal Hayatından Bir Kesit
Belkıs Altuniş Gürsoy
Belkıs Altuniş Gürsoy
Tüm yazıları için tıklayınız.
Eski Erzurum’un Sosyal Hayatından Bir Kesit


Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi Erzurum’da da ev gezmeleri bilhassa kadınların sosyal ve psikolojik hayatında önemli bir yer tutardı. Komşu, ahbap ve akrabalar ile ilişkiler bu yolla sürdürülürdü. Bu gezmeler hoşça vakit geçirme, dinlenme, sohbet etme, dertleşme, bilgi paylaşımı, nakış işleme, oya, dantel, yün örme seansı gibi birçok farklı amacı barındırırdı. Zaman zaman haber alıp vermek ayaklarında eşin dostun hafifçe dedikodusunun yapıldığı da vakiydi.

Hanelerde telefon yoktu. Eğer komşuya gidilecekse evin çocuğu ilgili ocağın kapısını çalar “teyze, eğer müsaitseniz annemler bugün size gelecekler” mesajını iletirdi. Ev sahibi “buyurun bekliyorum” diyebileceği gibi “ mümkün olabilecek en yakın bir tarihi vererek bu gelişi erteleyebilirdi de. Ertelemek, misafiri daha donanımlı bir şekilde ağırlamaya da kapı aralardı. Oysa hemen kabulde ikram faslı Allah ne verdiyse kabilinden eldeki malzemeyle yetinmek suretiyle kolaylaşırdı.

Ev sahibi yuvasının derli toplu olmasına özen gösterirdi. Zaten sabahleyin günlük temizlik yapılmış olurdu. Odalar süpürülmüş, toz alınmış, taşlıklar tahtalar ovulmuş, bakırlar şallanmış, her yere su ve sabunun kokusu sinmiş bulunurdu. Bilhassa kız evleri görücü beklediklerinden evin tertip ve düzenine bilhassa itina eder, dış kapının eşiği de dahil köşe bucağı adeta kazırlardı.

Her aile gücü nispetinde misafir ihtimaline karşı tedbirini önceden almış olurdu. Genellikle hane halkından esirgenen açma keteler, kör çörekler, pasta, kek veya kurabiyeler bittikçe yenilenerek misafir için uygun yerlerde saklanırdı. Evlerde fırın yoktu. Siniler ve tepsiler içindeki bu el mamulleri çocuklarla en yakındaki fırına gönderilir, oradan pişmiş olarak geri dönerdi. Pastane ürünleri pek de makbul sayılmazdı. Zaten pastaneler de o yıllarda kayda değer zenginlik ve güzellikte üretim yapmazlardı. Ayrıca hazır bir ürün ikram etmek misafiri önemsememek anlamına geldiği gibi evin hanımı adına da bir nakısa sayılırdı.

Misafire gitmenin de rüknü vardı, yakın mahallere gidilecekse daha az özenli, uzak mahallere ve resmî yerlere gidilecekse daha dikkatli giyilirdi. Fakat doğrusu istisnalar dışında kahir ekseriyetin öyle kat kat elbisesi yoktu. Gerilik veya yabanlık denilen misafirlik bir kıyafet ile gündelik veya tütünlük denilen ve yıllarca evin dışında giyildikten sonra konum değiştirmiş bir elbiseye sahip olmak asıl olandı. Biri sağ diğeri sol bileğe takılan bir çift burma bilezik statü belirleyicisi sayıldığından önemli sayılırdı. Sonraları bu bileziklerin ikisi de aynı kola takılır oldular. Genç gelinler tel bilezik tabir edilen ince bilezik destelerini takar bunların birbirine dokunmasından çıkan sesin ahengiyle mest olurlardı. Yıllar devrildiğinde bu tel bilezikleri kuyumcuya verip de burmaya dönüştürmek bir olgunluk belirtisi sayılırdı. Bazı kimseler düğün, nişan, mevlit gibi bir törene katılacağı zaman yakınlarından ödünç elbise, pabuç ve ziynet eşyası alır, sonra da iade ederdi.

Uzak mesafelere ise habersizce gidilirdi. Otomobil veya motorlu taşıtlar nadirdi. Fayton ve zankalar ulaşım aracı idi. Bazı zengin ailelerin faytonları, faytoncuları ve ahırları vardı. Mesela Korukçular hususi fayton sahibiydiler. Misafirliğe gitmek hususunda ölçü namaz saatleriydi. Ahmet Haşim’in “Müslüman Saati” adlı yazısındaki hükümler bu şehirde hayat bulmuştu. Öğle namazı akabinde misafirliğe gidilirdi. Akşam namazını evde kılmak gerektiğinden vakitlice yola düşmek ya da faytona binmek gerekirdi. Bazı hâli vakti yerinde beyler, işe giderken her semtin faytoncu durağında sıra sıra dizilmiş bir şekilde yer alan faytonculardan hukuku olana “öğleyin bizim çocukları al, falan yere götür, akşam ezanından önce de geri getir” şeklinde talimat verirdi. Para konusu da beylerin sorumluluğunda olduğundan hanımlar alacak verecek hesaplarına karışmazlardı. İkindi namazları misafirlikte toplu bir şekilde kılınırdı. Bu keyfiyet hanelerde çok sayıda seccade, namaz örtüsü ve tespih bulundurmayı ve bu malzemeyi bir bohça içinde titiz bir şekilde muhafaza etmeyi gerektirmişti.

Çocuklar da misafirliğe götürülürdü. Anneler, yola çıkmadan önce evlatlarına akıllı uslu olmaları, ikram edilen yiyecekleri kendi izinleri doğrultusunda tüketmeleri konusunda sıkı tembihte bulunurdu. Çocuklar çok isteseler de annelerinin gözlerinden işaret almadıkça yiyeceğe uzanmaz, bir çeşit nefis terbiyesinden geçerlerdi. Yaramaz ve söz dinlemez çocuk ailelerine bir nokta konulur, onlarla çoğu zaman mesafeli görüşülürdü. Bazen de gelip gitmeler bu arsız çocuklar sebebiyle tamamen sekteye uğrardı.

İkrama ölçüsü dairesinde iltifat etmek, mevcudun az bir kısmı ile yetinmek bir tok gözlülük işareti sayıldığından matlup olandı. Misafire nazlanmak, ev sahibine de olabildiğince ısrarcı olmak düşerdi. Hanımlar, çay konusunda ise sınır tanımazlardı. Kıtlama çaylar, büyükler için hesaba vurulmazdı. Anneler önceden çocuklarına bir bardaktan fazla içmeme kuralı koyarlardı.

O yıllarda hayata bakış tarzı farklıydı. Günümüzde insanlar geçim derdinden yakınıp şikâyet etmekte, birbirleriyle dertleşip söyleşmektedirler. Ama o günlerde maddi sıkıntılardan, parasızlıktan bahsetmek ayıp sayılırdı. Tam tersine kimse yok yüzünü gayrılara göstermek istemez, açığını eksiğini gizlemeye çalışırdı. “Aç gezip tok sallanmak”, “kapıyı kırıp yüzünü ağartmak”, “ser verip sır vermemek” , “kol kırılır yen içinde” deyimlerinin anlamları genel anlamda kabul görür ve uygulama zemini bulurdu.

Eşraf hanımları birbirlerine paşa diye hitap eder, belli zamanlarda öğle yemeğini de içine alan sohbet toplantıları düzenlerlerdi. Bu toplantılarda bazen Erzurumlu meşhur iki âmâ ahçı kız kardeş bir iki gün önceden gelerek yemek hazırlarlardı. Kemikli kuzu etleri önce haşlanır sonra una ve salçaya batırılarak yağda kızarırdı. Kızartma denilen bu etlerin yanı sıra pilav, kuru fasulye, ekşili dolma, bamya, dil okuyan su börekleri, tülbent gibi ince yufkalardan hazırlanmış baklavalar, demir tatlıları, büyük bir itina ile hazırlanır ve misafire ikram edilirdi. Bu gözleri görmeyen kardeşlerin el becerilerindeki ve kıvam tutturmaktaki başarıları akla ziyandı. Gaz ocağı üzerinde kızaran demir tatlılarının her iki yüzünü eşit derecede pembeleştiren hassasiyeti nasıl kazandıkları hayrete şayandı.

Erzurum’da genellikle Nakşi tarikatı çerçevesinde şekillenen bir tasavvufi yaklaşım söz konusuydu. Bu dünya görüşünü benimsemiş hanımlar birbirlerine gittiklerinde konular Hz. Peygamber, sahabe, Beyazit-i Bestami, Harunu’r- Reşid, Binbir Kelam, Merkez Efendi, Sümbül Efendi, İbrahim Ethem, Veysel Karani gibi isimler etrafında şekillenirdi. Yaşlı ve tecrübeli büyükler, bu yolda kelam ederken gençler ve çocuklar bu sohbeti can kulağıyla dinler, hisse kapmaya çalışırlardı.

Yemekten sonra Osman Bedrettin efendi, Alvarlı Muhammet Lütfü efendi gibi manevi büyüklerden hikâyeler anlatılır, sohbetler edilirdi. Tespihler, tehliller, zikirler, dualar ile toplantı devam ederdi. Sadece hâli vakti yerinde olanlar değil; farklı sosyal ve ekonomik seviyelerdeki hanımlar da bu toplantılara dahildi. Büyük müftü Solakzade Sakıp efendinin kızı Muammer paşa bu meclislerin hatırlı müdavimlerindendi. Bu tür beraberliklerde her insanlık hâline denk düşen bir hikmetli hikâyeyi, menkıbeyi veya anekdotu nakleden, her konumla ilgili bir beyit, bir dörtlük okuyan mirî kelam hanımefendiler bulunurdu. Çoğu ümmi olan bu hanımların sahip oldukları bu irfan zenginliği ve derin insanlık kültürü dikkate şayandı. Aynı muhtevanın bir de erkek meclisleri kolu olduğunu ilave edelim. Beyler de, kendi aralarında kışın dönüşümlü olarak tekrar edilen yemekli ev toplantılarında, yaz aylarında da sabah namazından önce yola çıkılan seyir( piknik) âlemlerinde kadın meclislerinde yaşanan manevi atmosferi paylaşırlardı.

Ayrıca ailece habersiz olarak yakın akrabalara gece oturmasına gidilirdi. Karların tek veya çift katlı evlerin damına kadar ulaştığı sokaklardan geçilirdi. Sokak sakinleri ancak bir iki kişinin yan yana geçeceği kadar dar bir koridor açmış olurlardı. Ayrıca kürenen bacaların karı da sokaklara atıldığından kar tepeleri büsbütün yükselmiş olurdu. Bu uzayıp giden beyaz duvarlar arasında bazen tek bazen çift sıra hâlinde yürüyerek menzile ulaşılırdı. Evin hanımı böyle ansızın çıkagelen misafirleri karşıladıktan sonra hanenin genç kızı veya geliniyle birlikte mutfağa girerdi. Kış tedariki yapmış evlerde sofra donatmak kolaydı. Kavurmalar kıymalar eşilir, ev yapımı sucuklar pişer, erişteler haşlanır, küplerden turşular, tulumlardan göğermiş peynirler çıkarılırdı. Kuru dutun tereyağı ve yumurta ile pişirilmesiyle elde edilen dut çullaması veya pestilin tere yağı ve yumurta ile karılmasıyla ortaya çıkan pestil çullaması pratik ve besleyici değeri yüksek tatlılar olarak dar zamanlarda can kurtarırlardı.

Yemek faslından sonra büyükler gelmiş geçmişten, hatıralarından, seferberlik, işgal ve mezalim dönemlerinden anlatırlardı. Beraberce cicoz, yüzük, fincan gibi oyunlar oynanırdı. Evin yaşlıları misafir çocuklara masal ve menkıbeler anlatırdı. Bazen kuzine sobanın fırınında fıstık, kestane kavrulur bazen de hedik, kavurga gibi ikramlarda bulunulurdu. Hedik, haşlanmış buğdaydı, İçine ceviz, kuru üzüm, kuru dut katılırdı. Kavurga da saçta döndürülerek kavrulmuş buğdaydı. Onun da içine kuru üzüm ve kuru meyveler eklenirdi.

Samimi ve sıcak muhabbet ortamı giderek koyulaşır, misafirlere tatlı bir rehavet çöker, böylesi bir insani birlikteliğin tadına doyum olmazdı. Dönüş vakti ailenin babası öne düşerdi. Hane halkı mesafelerin nasıl alındığını fark ettirmeyen, soğuğu hissettirmeyen keyifli bir sohbetin eşliğinde evlerine doğru yavaş yavaş yol alırdı.

Şimdi bize masal çeşnisindeki bu maziye bakıp “Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer” demek düşüyor.

📆 27 Ocak 2014 Pazartesi 13:30   ·   💬 1 yorum   ·   ⎙ Yazdır

“Eski Erzurum’un Sosyal Hayatından Bir Kesit” için bir yanıt

  1. F.Gül Koçsoy dedi ki:

    Bu anlatılanların bazılarını ben de yaşadım, bazılarını ise ilk defa öğreniyorum. Geçmişimiz sadece bir özlem olarak kalmamalı, elimizden geldiğince halimize katmalıyız. Sizin gibi kalemlerin de zengin kültür mirasımızı bilmeyenlere ve bilhassa gençlere sık sık anlatması gerek. Sevgi ve saygılarımla…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

ERZURUM'DA HAVA

ERZURUM
Esentepe Avrupa Konutları
YENİ SAYI

YAZARLAR

RÖPORTAJLAR

ANKET

Üzgünüm, şu anda etkin anket yok.

BAĞLANTILAR