PKK terör eylemlerine ağırlık verince gözler doğal olarak hükümet ve çözüm sürecine çevrildi.
Ülke için aslında önemli bir projeydi çözüm süreci. Amaca ulaşılabilseydi bugün ülkenin en önemli sorunu bertaraf edilmiş olacaktı.
Doğru bir proje kötü yönetildi, bunu kabul edelim. Her gün bir çatışmanın yaşandığı, vatan evlatlarının şehit edildiği şu süreçte bu projeyi irdelemenin, eksikler ve ihmaller açısından önemi büyük. Silahların sustuğu dönemde ülke gerçeklerine de aynı zamanda bakılmalı.
Türkiye 80’li yılların ortasında PKK terör örgütü ile tanıştı. 1999 yılana kadar bütçenin neredeyse yarıya yakını terörle mücadeleye ayrıldı.
Ülke kalkınamadı ve atılım yapamadı. Bu süreçte Doğu ile Batı arasındaki kalkınmışlık farkı açıldıkça açıldı. Devlet Doğu ve Güneydoğu’da yatırım yapamadığı gibi var olanı da korumaya çalıştı.
1999 yılında Abdullah Öcalan’ın yakalanıp İmralı’ya getirilmesinin ardından örgütte var olan çöküş hızlanmaya başladı. 2000’de kandile çekilen lojistik desteğini kaybeden örgüt, yeni bir yapılanma içine girdi.
AK Parti iktidarından kısa süre sonra önce eylemsizlik kararı, ardından açılım daha sonrada çözüm süreci adı altında hazırlanan proje ile Türkiye’de silahlar sustu.
Hükümet ve Devletin belli birimlerinin yürüttüğü çözüm ya da açılım sürecinde Türkiye’de de ciddi gelişmeler yaşandı.
Terörle mücadeleye giden bütçe normale binince yatırımlar hızlandı. Sadece ülkenin batısı değil doğusu da azda olsa bu kalkınmadan nasibini almaya başladı. Sağlık ve ulaşım yatırımları sayesinde dün yolu olmayan ilçe hatta köylere yollar yapıldı. Kırık dökük olan hastanelerin yerlerine 5 yıldızlı ilçe hastaneleri inşa edildi.
Güneydoğu ve Doğu’da turizm sektörü canlanmaya başladı. Bölge halkı nefes almaya başladı. Özel sektör yüzünü Doğu’ya döndü. Aradaki kalkınmışlık makası kapanmasa da daha fazlada açılmadı. Yani öyle ya da böyle çözüm sürecinde Türkiye toparlanma sürecine girdi.
Tüm bunlar olurken gözden kaçan en önemli şey Devletin hep veren taraf olması oldu. PKK hiçbir zaman Kürtlerin hakkını savunan bir örgüt olmadığı için yıpranıp bitme döneminde bu fırsatı iyi değerlendirdi. Çözüm sürecini toparlanıp daha güçlü vurmak için kullandı. Yani Türkiye’nin attığı taş ürküttüğü kurbağaya değmedi.
PKK güçlenirken ülkede zemini derinden sarsan olaylar yaşandı. Ergenekon Örgütü adına terörle mücadelede başarılı paşalar, askerler hatta Genel Kurmay Başkanları terörist diye içeri tıkıldı.
23 yılda profesyonelleşen TSK, darbe üstüne darbe yedi. Balyoz, Andıç bilmem ne diyerek TSK askıya alındı. Burada zaaf oluştu.
Üstüne gezi olayları 17-25 Aralık, Paralel örgüt derken işinin ehli onlarca polis darmaduman edildi. Alın size bir açık kapı daha.
Yapılan her operasyon sonrası kurumlar arasındaki derin ayrılıkçı çizgi örgütün işine yaradı. Mit polise, polis askere, asker yargıya güvenmeyince ortaya keşmekeş bir durum çıktı.
Sırtını çözüm sürecine dayayan terör örgütü için bu ortamdan daha iyisi olamazdı. Süreci iyi okuyamayan siyasi irade yüzünü fazlası ile paralele dönmesi de hatalar zincirini oluşturdu.
Bugün örgüt Cizre başta olmak üzere ülkenin Güneydoğusunda öz yönetim adı altında bir eylem yürütüyor. Türk Silahlı Kuvvetleri bu bölgede ciddi mücadele veriyor. Bu bölücülere her türlü hadleri bildiriliyor, bundan kimsenin kuşkusu olmamalı.
Güneydoğu’da hedeflerine ulaşmak için ülkeyi karıştıran terör örgütü, bazı illerde halkın ayaklanmasını teşvik ediyor.
Sonuç ne olursa olsun tüm Türkiye’nin yapması gereken bu fırtına geçene kadar sessiz ama uyanık kalıp Devlete sahip çıkmaktır.
Hele hele Türk, Kürt, Alevi, Sunni ayrımlara alsa müsaade etmemelidir. En yakın örnek Ortadoğu’dur Suriye’dir.
Bölgede ayakta dimdik kalan Türkiye, bu günleri de geride bırakacak. Biz PKK’ya tepki gösterelim derken başka uluslararası örgütlere alan açmış olmayalım.
Bir yanıt yazın