Aslında ne güzel başlamıştım yazıya… Bahar gelmiş, çiçekler açmış, havalar ısınmıştı. Çiçek, börtü böcek, bahar, aşk, sevda, yeni insanlar, taze bir bahar yazacaktım. Güzel bir yazı olacaktı… Hatta lise öğretmenim Sevgili Yaşar GÜLER’in “Bir insandan hoşlandıysanız, onu biraz tanımaya çalışın. Baharı, çiçeği, çocukları ve hayvanları seviyorsa sizi de sever.” sözü aklıma geldi. Ancak ben kötü bir öğrenci olduğum için dinlememiş tecrübe etmiştim. Severiz ya hani, edinilmiş tecrübeli tekrarlamayı onları anlatacaktım. Neyse konumuza dönelim.
“La Case de papel” İspanyol bir dizi… Kısaca ve spoiler (olacaklara dair bilgi) vermeden anlatmak gerekirse; bir banka soygunu aslında. Banka değil, darphane soygunu… Tam soygun bile diyemeyiz… Var olan parayı çalmıyorlar. Ee para olmayınca mecburen parayı kendileri basıyor. Bir nevi makine ve edevatı bir müddet kullanıyorlar. Bu süreçte kendi içinde düştükleri aşklı meşkli olaylar, aldatmalar, ihanet, sadakatli it kopuk takımı. Bunları kontrolde tutmaya çalışan akıllı insanlar, iyi polisler, kötü polisler, zeki polisler, silahlar, maskeler, türlü türlü antin kuntin işler, algı yöneticiliği, yönlendirmeler, trollemeler. Şirazesi kayanlar, kontrolden çıkanlar, İtalyan halk şarkıları falan…
Bu arada bildiğin halk şarkısını yıllarca “Anarşist Müziği” diye bizi kandırmışlar.
O da ayrı bir mesele… Hoş bir dizi… İspanya’da çok tutulmuş. Oradan dünyaya, dünyadan ise bize kadar gelmiş bir dizi. Hatta söylentiye göre İspanyolların en ünlü dizisi. 2 sezon oynamış ve bitmiş. Ülkemizde çeşitli mecralar vasıtası ile izlenebilir resmi yayın kuruluşu 1. Sezonu bitirmiş ve sevildiğini bildikleri için Türkiye’ye özgü 2. Sezon tanıtım fragmanı hazırlamışlar.
Buraya kadar işler normal. İşin kötü yanı diziden bir haber olan birilerinin, fragmanı izleyip “ülke üzerinde yine oyunlar oynanıyor, bakın görmek isteyen falanca fragmanı izlesin” ile olaylar başlıyor. Sonrası mı? Sonrası zaten komedi…
İşin bizi etkileyen tarafı ise diziden bir haber olanların fragmanı ciddiye alıp yorum yapmaya başlamaları. Tabi diyebilirsiniz arkadaşım biz nereden bilelim İspanyol dizisini ve onun Türkiye’ye özgü bir fragmanı olduğunu. Normal yaşantısı olanların bilmesine gerek yok.
Lakin gündem belirleyen, gündemi takip ettiğini ve insanlara bir şeyler anlatmaya çalışan insanların bu tip bir gündem bilgisine haiz olmaları gerekiyor. Sonrasında “Ekmek yemeyin ölürsünüz” diye bulunduğu her ortamda açıklama yapan profesör gibi gündemi bilmez ve takip etmez iseniz insanlar, emniyet, polis, tüm sosyal medya ve haber kanalları bas bas bağırırken telefon dolandırıcılarına kanmayın diyorken gider yüz bin liranızı dolandırıcılara kaptırırsınız.
Sonra çıkar “ben size ekmek yemeyin demedim tuz ve şeker de yemeyin dedim. Bunları yerseniz ölürsünüz.” Ee hocam zaten hepimiz ölümlüyüz. Ülkede açlık sınırı olmuş (4 kişilik bir aile için ) 1.662,70 TL. Bekâr bir çalışanın aylık yaşama maliyeti 2.055,15 TL olmuş. Sen diyorsun, ekmek yeme. Nasıl ekmek yemesin? Ekmeksiz yese nasıl doysun? Doymasın derseniz, ekmek yemesin pasta yesin derseniz, o ayrı bir dert. Trans yağlar, nişasta bazlı şekerler derken ister istemez kanser olup ölecek zaten.
Nasılsın sorusuna şişmanım deyip gülümseyen bir insanım ben. Bahar yazacaktım… Gel de yaz. Nasıl yazayım? Dumlupınar deniz altısı şehitlerini anarken “Arkadaş nasıl olmuş” diye konuşurken yalıya geminin çarptığını canlı canlı izledik bu hafta. Genç kayınvalide şehvet uyandırır açıklaması kafamızı karıştırıp allak bullak etmişken kayın pederin damadına âşık olduğu “Sevdim be tosunum” aşk mesajını okuduk bu hafta. Bahar da gelmemiş zaten. Fragman izlemişiz. Kış geri geldi, havalar soğudu, kar yağdı, yağmur yağdı, fırtına oldu… Zaten bu haftadan umudu kestik. Gelecek hafta bahar gelir umuduyla bekleyeceğiz artık…
Ekmeği, tuzu ve şekeri azaltın. Şişman olmak, pişman olmaktan yeğdir. Esen kalın…
Bir yanıt yazın