Geride kalan bayram süresinde, bir yandan eşle dostla akrabayla bayramlaşıp, ziyaretlerde bulunurken, öbür yandan da ülkede olup bitenlere kulak vermek zorunda kaldık. Nerede ne oldu, kim neler söyledi ve dünyada neler olup bitiyor. En çok da neredeyse ulusal mesele haline gelen “Münevver Karabulut” olayı ile ilgili gelişmeler gündemi işkal edip durdu. Bu ve benzer haberleri izlerken, dinlerken ister istemez adalet kavramı üzerine düşünüp durduk. Ya adalet olmasaydı, sorusu dehşet vericiydi..
Evrensel hukukun en temel kurallarından biri de şudur: Masum bir insanın 24 saat hapiste kalmasındansa, suçlu birisinin serbest kalması daha evladır. Öyle ya, masum olduğu halde suçsuz yere hapis yatan bir insanın uğradığı manevi zararı telafi edecek bir sistem henüz kurulabilmiş değil.
Fakat suçlu olduğu halde serbest bırakılan bir kişiyi, sonradan yakalayıp layık olduğu cezayı vermek mümkün…
Birkaç yıl önce yapılan yasal düzenlemelerden sonra, artık ülkemizde de hakimler bu temel kuralı göz önünde tutuyorlar. Hoş eskiden de fifti fifti durumlarda kanaat sanığın lehine kullanılırdı ama şimdi bu durum hakimin inisiyatifinden alınıp, yasal zemine oturtuldu:
Kişi ceza alacak olsa bile, tutuklama en son tedbir olsun…
İnsanoğlu var olduğundan beri, “adalet” kavramı da konuşulmaya başlandı. Farklı tanımlar, farklı isimler söylendi ama hepsinin sonu adalete çıkıyordu. Günümüzde de öyle… Afrika’da başka, Asya’da başka kelimelerle izah ediliyor olmasına karşın, herkes en az hava ve su kadar adalete de ihtiyaç duyuyor.
Çünkü adaletin olmadığı yerde kaos, anarşi despotizm, katliam ve kısaca her türlü insanlık dışı eylem vücuda gelebiliyor.
İbn-i Haldun, meşhur Mukaddime”sinde, devletlerin hayatlarına ömür biçerken, adaleti en öncelikli kavram olarak başa koyup ve özetle şöyle diyor:
“Bir devlet ki şayet adaletle ve hak üzere amel etmiyorsa, ne kadar güçlü ve büyük olursa olsun yıkılmaya müstahaktır. Zulümle abat olan hiçbir devlet iki yüz bilemedin üç yüz yıldan fazla ayakta kalamaz.”
Devletin de, toplumun da, ailenin de temeli adalettir.
Hikaye, Osmanlı’nın başucu hukuk kitabı olan Mecelle’de, içtihat babında anlatılmaktadır:
İdam mahkumu bir kişi, infazının yapılması şartıyla bu kıyıdan karşı kıyıya gönderilecek. Bu işle görevli kayıkçıya teslim edilen eli ve ayakları bağlı idamlık, kayığa bindirilip yola çıkarılıyor. Kayık karşı kıyıya varamadan, denizde müthiş bir fırtına kopuyor. Kayıkçı bakıyor ki, kayık parçalanacak ve ölecekler. O anda kendi kendine şu yargıya varıyor:
Bu fırtınadan her ikimizin de kurtulması olası gözükmüyor. Kaldı ki, eli ayağı bağlı olan bu adam zaten kıyıya varır varmaz idam edilecek. Dolaysıyla, onu bırakıp kendimi kurtarayım…
Öyle de yapıyor…
Eli ayağı bağlı olan idamlık mahkumu öylece deli dalgalara terk edip, kendini kıyıya atıyor.
Fakat ne var ki, hukuk kayıkçı gibi düşünmüyor:
O idamlığın asılmadan önce, hem de son anda ya masum olduğu anlaşılırsa… Bu sebeple mahkum taşıyıcısı kayıkçının “nasıl olsa asılacaktı” şeklinde bir mantık yürütüp, idamlık da olsa bir kişinin ölümüne seyirci kalması, şiddetli biçimde cezalandırılıyor.
Harp felsefesinin yazılı olmayan ama teamül haline gelen bir kuralına göre, siz sipere yatmışsınız, düşman gemisi de sizin atış menzilinizde. Topunuzu ateşleseniz, düşman gemisini denizin kara sularına gömebilirsiniz.
Tam bu sırada muhabere size, gemide masum bir insan bulunduğunu bildiriyor. İşte yazılı olmayan o kurala göre, siz o gemiye ateş eder de batırsanız, kahraman değil, “katil” olursunuz.
Adalet kişilerin insafına terk edilemeyecek kadar önemli olmakla beraber, taşıdığı mana açısından da evrensel bir değerdir.
Hemen her gün televizyonlarda öyle olaylar görüp, öyle haberler okuyoruz ki, “Türkiye nereye gidiyor?” demekten kendimizi alamıyoruz.
Kim güçlü ise, o kendi anladığı hak anlayışını egemen kılmanın derdinde…
Bir toplum açlığı ve fukaralığı alt edebilir, geri kalmışlıktan da kurtulabilir; ama adalet yoksa bütün bir toplum mahvolmuş demektir.
Güçsüz vatandaş ise, tecelli etmeyen adalete isyan edercesine ya kendisini yakıyor, ya da aklını kaybediyor.
Biraz cesur olanlar da tepkilerini ya ayakkabı fırlatarak, ya da yumruk atarak gösteriyorlar.
Haksızlıklarını kolluk kuvvetlerinin copuna dayanarak hakim kılma derdindekiler bilmiyorlar ki, zulüm ebedi olmuyor.
Çok klasik ama son derece yerli yerinde bir söz:
Adalet herkese lazım…
Bir yanıt yazın