Türkiye gibi henüz gelişme sürecini tamamlayamamış ülkelerde; başta sağlık olmak üzere, adalet, eğitim ve güvenlik gibi hizmetler hep gündemde olur ve sürekli tartışılan meseleler halinde karşımıza çıkar.
Hani genel bir kanaat vardır; bir ülkenin gelişmiş veya gelişmekte olduğunu anlamak için ne şehirlerdeki gökdelenlere bakınız, ne de insanların hayat standartlarına…Tamam; bunlar da birer göstergedir kuşkusuz… Ama asıl ölçü, kendisinin gelişmiş olduğunu söyleyen o ülkede; eğitime, adalete ve sağlığa ayrılan payın oranıdır.
Bazı petrol zengini ülkeler var, magandalık, barbarlık almış başını gidiyor; ama şehirleri neredeyse altından yapılan gökdelenlerle dolu. Şimdi kalkıp bu ülke için “medeni bir ülke” demek mümkün mü?
Değil tabii; çünkü:
Zenginlik ayrı, medeniyet ayrı şeylerdir.
Yani, bir ülke ki, genel bütçesinden eğitime, sağlığa ve adalete ancak binde bilmem kaç oranında paylar ayırıyorsa ve askeri harcamaları bütün bu oranların yüzlerce katı ise, orada sorun var demektir. Ayrıca pay ayırmak da yetmiyor, bu alanların merkezinde gerçekten insana verilen değer var mı, yoksa gösteriş mi ona da bakmak lazım…
Gerçi Türkiye bulunduğu coğrafya ve jeopolitik koşullar yüzünden, güvenliğini hep ön planda tutması gereken bir ülke oldu. Hatta soğuk savaş yıllarında bütçesinin neredeyse yarısını askeri harcamalara ayırmak zorunda kaldı ama bu bile eğitime, sağlığa ve adalete üvey evlat muamelesi yapılmasını haklı çıkarmaz.
Maalesef Türkiye bu anlamda karnesi çok da iyi notlarla dolu bir ülke değil.
Artık soğuk savaş döneminin geride kalmış olmasına ve de tehdit algısının değişmesine rağmen, Türkiye belki de eski alışkanlığı yüzünden bütçesinin ciddi bir bölümünü hala askeri harcamalara ve silahlanmaya ayırmaktadır.
Doğrudur, değildir; bahsi diğer…
Bu mesele uzmanlık isteyen bir husustur. Buradan ahkâm kesecek bir halimiz yok.
Bizim muradımız eğitime, sağlığa ve adalete ayrılan bütçelerin toplumun ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak olduğunu vurgulamaktır.
Düşünün ki, bu ülkede hala okulu olmayan veya öğretmeni bulunmayan köylerimiz var. Liselerden mezun olan gençlerin önemli bir kısmı hala yüksek tahsil imkanına kavuşmuş değil. Tıpkı sağlık ve adalette olduğu gibi eğitimde de köklü sorunlarımız var.
Mümkün ki, önceki hükümetlere göre AK Parti hükümetlerinin genel bütçeden eğitim, sağlık ve adalet için ayırdığı pay daha yüksektir. Ama yeterli olmadığı ortada…
Geçen gün Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ’ı televizyonda izlerken, özellikle sağlık alanında yapılan reformları düşündüm ve yedi sekiz yıl öncesine oranla bu alanda elde edilen mesafenin asla küçümsenemeyeceğini kabul ettim.
Gelinen nokta önemli, ama daha alınması gereken çok yol var.
Örneğin; bu ülkede özellikle üniversite hastanelerinde parası olmayan kişilerin tedavi olma gibi bir şansı neredeyse yok.
Ya yasal yollardan hocalar için özel ödemeler yapmak zorundasınız, ya da el altından hocaya rüşvet vereceksiniz. Bunun dışında “Benim sosyal güvencem var; bana hizmet verin” gibi bir yaklaşım havada kalıyor. Kimse sizi belki hastaneden kovmuyor ancak, önünüze konulan şartlar bunu emrediyor. Hastasınız ya operasyon geçirmeniz gerek ya da hastanede yatıp tedavi olmanız gerekiyor.
Alacağınız cevap şudur: Yerimiz yok veya altı ay sonra gel tomografi çekelim!
Bakınız; kimse size “Ben seni tedavi etmem” demiyor.
-Yerim yok!
Ölümle sıtma arasında bir tercihe zorlanıyorsunuz.
Vatandaş da, ya elindekini avuncundakini getirip veriyor, ya da borç harç bulup doktora ödeyeceği rüşvet parasını temin ediyor.
Sırası gelmişken hemen söyleyeyim; şayet yetkililer isterse bu adamları tek tek bulup çıkarabilir.
Hasta yeşil kartlı; ahı amanı yok… Muayene olduğu bir doktor hasta için, “Kanser dört bir tarafı sarmış ameliyat da olsa sonuç değişmeyebilir” dediği halde; bir iki yıl önce rüşvetten yakalanıp hapis bile yatan başka bir doktor, “Siz bana iki bin lira getirin ben ameliyat yaparım” diyerek, hastayı ölümle yaşam arasında bir tercihe zorluyor.
Düşünün ki, bu ülke eğitime, sağlığa ve yargıya gerektiği kadar bütçe ayırabilmiş olsaydı, hangi vatandaş böyle bir açmazla yüz yüze kalırdı?
Neden gelişmiş ülkelerde kimse bıçak parası diye bir kavram bilmiyor da, biz de eskiye göre çok büyük oranda azalmış olmasına rağmen halen gündelik hayatımızın bir parçası halinde?
Eskiden devlet hastanelerinde geçerli olan ve üniversite hastanelerinin son derece yabancı olduğu bu iğrenç uygulama, son yıllarda tersine döndü.
Kabul edelim ki artık devlet hastanelerinde ne bıçak parasından söz edilmekte, ne de hasta rehin tutma olaylarından…
Ama çok başlılık ve ayrı yapılanmalardan ötürü, üniversite hastaneleri adeta devlet içinde devlet gibi davranıyor…
Sonuçta bütün bunlar belki bir sistem sorunudur; ancak sistemden önce bu ülkede zihniyet sorunu var.
Adam rüşvetten yakalanıp hapse atılıyor, bilmem kaç ay hapis yatıyor; fakat anlayışa bakar mısınız, yeniden işinin başına döndüğünde kaldığı yerden devam ediyor:
“Getir parayı, ameliyat yapayım!”
Bu kafa artık değişmeli…
Mehmet ŞENER
Bir yanıt yazın