Postmodern anlayışın ve popülist kültürün bir yansıması olarak, çok üretip çok tüketmeye yönelmiş olan insanoğlu; kendi gerçeğine ters düşme doğrultusunda yol almaktadır. Beşer; yeryüzü ailesinin bir ferdi olarak global bir pencereden hayatı algılamaya, herkesçe kabul görmüş çizgilerin üzerinde yürümeye, şartlanmışlık psikolojisi içinde hareket etmeye, farkında olmadan kendisine dayatılanların adesesinden nefsine bir rol biçip o rolü oynamaya çalışmaktadır.
Popülist kültür; belli değer veya moda akımlarını benimsetmekte, tek tip anlayış ve bakış açılarını özümsetmekte alabildiğine maharetli davranıyor. Kendi fıtratımızdan uzaklaşmak pahasına zamanın genel geçer kurallarının boyunduruğu altında yaşama eğilimine giriyoruz. Bu durum; zihniyet yapısı, siyaset, sosyoloji, psikoloji, ekonomi, sanat ve diğer cephelerde de bu minval üzere varlık sahası buluyor.
Dünya patronları bir şekilde herkese ulaşmanın yolunu bulup; kitleleri alıştıta alıştıra değiştirip dönüştürüyorlar. Kendi tasarılarını, kendi amaçlarını, kendi doğrularını yavaş yavaş toplum katmanlarına zerk ediyorlar. Bu hafif vuruşlu görünmez baskılar sonucunda; evreni, insanı ve hayatı kavrama biçimimiz, kabul ve redlerimiz kendi mecraları dışındaki akıntılarda sürükleniyorlar. İpleri başkası tarafından idare edilen ipli kukla misali yaşayıp gidiyoruz. Büyük aktör konumunda olan medya bu anlamda görevini üstün bir başarıyla ifa ediyor (!)
Etkin bir güç olan basın ve yayın unsurları; ortamı her gün sahte ve boş gündemlerle dolduruyor. Saatler boyu yayın yapmak veya her gün sayfalar dolusu çıkmak mecburiyetinde olan bu faaliyet alanı; malzeme bulmakta hiç mi hiç çok zorluk çekmiyor. Memeleketin her köşesi, her santimetre karesi haber fışkırıyor. Bu malzeme bolluğu içinde medya en çarpıcı, en flaş, en şok edici, en sarsıcı, en can alıcı olanları bulup çıkarmakta ve onları da allayıp pullayıp piyasaya sürmekte son derece mahir davranıyor.
Aynı hadise gün boyu temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze konuluyor. Farklı kanallar her nasılsa birdenbire ehemmiyet kazanan, öne çıkan bir bahsin üzerine bir av yakalamış olmanın zevki ile atılıyorlar. Âkil adam, bilir kişi, kanaat önderi olarak lanse edilen kimseler; bu seçilmiş konuları enine boyuna tartışıyorlar. Her konuda söz söyleme donanım ve salahiyetine sahip oldukları farzedilen, az araştırıp az düşündüğü halde, çok konuşmayı bir yaşama biçimine dönüştürmüş bulunan ağızlar; ekranlarda kıyasıya mücadele ediyorlar. Dakikalar boyu bir söz düellosudur gidiyor.
Ele alınan mesele giriş gelişme ve sonuç bölümleri olan makul bir seyir takip edip bir neticeye bağlanamadığı gibi işin hitamında çoğu zaman hâlâ başladığımız yerde durduğumuzu esefle görüyoruz.
İnsanoğlu nisyan ile maluldür. Ama son yıllarda maluliyetimiz iyice arttı. Çünkü her gün binlerce havadisle karşımıza çıkan kanallar ve gazeteler; günlük haber yumağını eskidi diyerek çöpe atıp yerini yeni çarpıcı başlıklarla dolduruyorlar. Gün görmemiş dizi dizi kareler, hepimizi tepe sersemine çeviren terütaze insanlık ayıpları, yakası açılmadık hayat kesitleri gündemi sarsmaya devam ediyor. O haberler ne ölçüde çarpıcı mahiyette olursa olsun; kısa zaman sonra yeni bomba hadise dizilerinin meydanı doldurması ile “artık havadis” deposuna kaldırılıyorlar. İnsanımız da bu tabloya kanıksamış durumda. Bugün acaba daha şiddetli ne duyacağım, akıllara ziyan ne okuyacağım fikriyle antenlerini açıp bekliyor. Böylesine dehşetengiz havadislerin ateşinin tütmediği, ülke havasının yeterince elektriklenmediği günlerde hayat heyecanını kaybediyor, yavanlaşıyor sanki.
Değerli bir sporcu olan Alex’in ülkemizden gidişi gibi olağan bir hadise, günlerce memeleket elden gidiyormuşcasına sür manşetten verildi. Alex’in attığı her adım, söylediği her söz ne hikmet ise haber değeri taşıdı. Olup biteni, gelip geçeni yerli yerine oturtamamanın, ona gerektiği kadar değer biçememenin altında acaba bizim bilmediğimiz bir dikkat dağıtma taktiği, asılları gölgeleme anlayışı mı saklı?
Bu sahte gündemlerle, kamuoyunun dikkati böylesine zararsız konulara çekilerek ciddi ve gerçek meseleler unutturulmaya mı çalışıyor. Bu bir oyalama, avutma taktiği midir? Bu tarz bir yaklaşım; klasik bir oyunun kurallarından biri midir? Her halde böyle olması beklenir. Yoksa olup biteni başka türlü izah etmek elimizden gelmiyor.
Medya; bu tip içi boş haberlerin yanı sıra, özgürlük kavramına sığınarak ülkenin bütünlüğünü, toplumun huzurunu ve ahlaki değerlerini tehlikeye sokacak tarzda arzıendam etmeyi varlık sebebi sayıyor. Herkesin evinde baş köşeye kurulmuş olan televizyonlar; bütün gün hanenin en değerli bir üyesi gibi rağbet görmekte, kitlelerin yönlendirilmesinde önemli bir pay sahibi olmaktadır. Doğru ve güvenilir haber vermek kadar; milli, etik, estetik ve pedagojik gayeler doğrultusunda hareket etmek de mühimdir. Toplum düzenini dumura uğratacak, bazı şahıs ve kurumları haksız yere rencide edecek, kötü örnek teşkil edecek hususların üzerinde ısrarla dönüp dolaşacak bir habercilik anlayışı sorgulanmalıdır.
Zira kötülük duyuruldukça artar. Ayrıca kendi kıymet hükümlerimizle asla bağdaşmayacak hususlar yazıla okuna zamanla aşina gelmeye başlamakta, giderek normalin çizgisine adım adım yaklaşmaktadır. Ahlaki değerlerimiz erozyona uğramakta; eğriler doğru , günahlar ve yasaklar meşru haklar dairesine dahil edilmektedir. Toplumun en temel rüknü olan aile başta olmak üzere bütün ananevi değerlere karşı savaş açmış olan bazı köşe yazarları; kale duvarlarımızda, sağlam zırhlarımızda yeni rahneler açarak neşvünema buluyor, yıkıcılıkları nispetinde makbul ve muteber tutuluyorlar.
Böyle düşünmüş olmak; bazı itiraz cümlelerine davetiye çıkarıyor. “Efendim bu bir arz talep meselesidir. İnsanımız dedikodu mahiyetinde, korku filmi kıvamında, polisiye roman tadında, heyecan dozu yüksek haberlere, hatta müstehcen halkasına girebilecek hususlara daha fazla rağbet ediyor. Şarkıcı, manken, aktör, aktris gibi meşhur kimselerin nasıl oturup nasıl kalktıklarını, nerede ne yaptıklarını merak ediyor. Bu yolla insanlar hayatlarına renk katıyorlar. Kendi şahsi problemlerinden uzaklaşıp oyalanıyorlar. Bu çerçevedeki magazinel haberler, hafif birer eğlence mahiyetini taşıdığından yararlarındansöz edilebilir. Hatta o şöhretli zatların adının yaşamasına, gündemde kalmasına, itibar görmesine vesile oluyor. Televizyon dizileri bile etrafında bir düzine haber üretilen velut bir kaynak hükmünü alıyor. “Alan razı satan razı” olduğundan bu pazarda kimseye söz söylemek düşmez. Biz de “marifet iltifata tabi olduğundan” bu kabilden bahisleri besleyecek görsel malzemeyi ve havadisleri bulup gündeme taşımak konusunda hassas davranıyoruz. Nihayet ürünümüzü satmak reyting veya tiraj gibi hususları kale almak durumundayız. Yoksa bizim bu piyasada tutunmak ve bu vadilerde ekmek yemek imkânımız kalmaz” mealinde bir karşı tezle yüz yüze geliyoruz.
Evet, bu açıdan bakıldığında bu muhakemeye hak verilebilir. Fakat basın-yayın organlarının toplumun seviyesini yukarıya taşımak konusunda bir görev üstlenmesi, onu iyiye doğruya ve güzele sevk etmek hususunda yapıcı bir görevi olması beklenmez mi?
Kamuoyunu yönlendirmekte başat bir rol üstlenen medyanın bu gücünü, ülkemiz ve kamu yararını en uç noktada gözetecek bir biçimde kullanıyor olması ümit edilir. Toprak bütünlüğümüz başta olmak üzere milli birlik ve beraberliğimizin perçinlenmesi, toplumun çeşitli katmanları arasındaki bağların kuvvetlendirilmesi, toplum düzeninin korunması ve genel ahlak kurallarının dikkate alınması evvelemirde olması gerekenlerdendir.
Faydacı ve yıkıcı değil; yapıcı, ilkeli ve sağduyulu bir basın-yayın hayatı temmeni ederek, söze burada nokta koyalım.
Belkıs Altuniş Gürsoy
Yine derinlikli bir yazı..Elinize dilinize sağlık…Teşekkürlerimizle…
Sagduyulu bir basin-yayina ne denli ihtiyac oldugunu savunarak baslamak isterim. Sayin Gursoy bu gerekinsemeyi cok guzel sahneye koymus. Gazetecilik ve medya ilk planda halki en dogru sekliyle bilgilendirmek demek, onlarin gozlerini ve daha onemlisi de gonullerini aldatmak degil. Bunun yaninda bayramlar uzatilarak bir suru imrendirmelerle tatil yapiliyor ve insanlar bu vesilelerle biribirine yaklasmak yerine biribirinden kaciyor. Sahne acikli degil mi? Belki turizm sektoru iyi is goruyor ama insanlarin gonulleri bosaliyor ve hissizlestiriliyor. Bu son donem de hem Kurban bayrami ve hem Cumhuriyet bayrami uzun bir tatile donustu ve maddi gucu olan insanlar dunyaya dagildi. Manevi gucler ve insani iliskilerin ici bosaltildi. Bir yeniden dogus gerekli. Bunun icin de medyanin yeniden bilinclenmesi ve maddi degil manevi zenginlikle yetinmeleri gerekecek. Tabii bunu da devletin tutumu desteklemelidir.
Sayin Gursoy kapiyi ardina kadar acmis. Ben de esigi astim. Kitlelerin de asmasini umit ederim.
Yukarıdaki görüşlere aynen katılıyorum. Çocuklarımıza örnek olacak program bulmakta zorlanıyoruz. Gelecek kuşaklarımızın aklen ve ruhen sağlıklı olması, zihinlerinin nelerle beslendiğine bağlıdır.