Geçtiğimiz hafta içerisinde, 30 yıllık kadim dostum ve Milletin Sesi gazetesinde yaklaşık 15 yıl mesai paylaştığım toplamda 32 yıllık arkadaşım sevgili Sezai Binici kardeşim bir program vesilesi ile İstanbul’a gelmişti.
18 aydır sadece telefonla görüşebildiğimiz kardeşimle yüz yüze hasret giderip sohbet etme fırsatı bulacaktık. Birkaç gün İstanbul’un altını üstüne getirdikten sonra yine Erzurum’dan değerli kardeşimiz İrfan Gürkan Çelebi kardeşimizle de buluşmak için randevulaştık. Gün, saat ve mekan üzerinde uzunca bir telefon görüşmenin ardından Salı günü Üsküdar Çengelköyde buluşmak için karar kıldık.
Salı sabahı hava güneşli ve sıcak günlere inat, çok kapalı ve yağmurluydu.. Otobüs beklerken montlarımızı almış, şemsiyemizle tam tekmil yola koyulmuştuk. Zaman zaman yağmur çiselese de Erzurumluluğumuzdan hiç taviz vermeden umursamaz tavırlarımızla yola koyulmuştuk. Otobüs durağında 25 dakika geçirmemize rağmen otobüsün hala gelmemesi üzerine tabanvay olarak Tramvaya kadar yaklaşık 800 metre kadar yağmur altında nostalji yaparak Yenibosna Tramvayına geldik. Tramvayla önce Eminönü, sonra vapurla Üsküdar’a güzel ve hoş sohbetli yolculuğumuzdan sonra Çengelköyde ki Çınaraltı Çaybahçesine gitmek için otobüsle kısa bir yolculuk yaptık.
Çınaraltı Çaybahçesi Çengelköy’ün en güzel yerlerinden birisi, Aslında Çengelköyün her yeri bir başka güzel. Tarihi camileri, kilisesi, çeşmeleri ve tabiiki yalıları… Boğazın her yeri güzeldir ama Çengelköy bir başka güzeldir. Burada buluşmamızın bir sebebi de sevgili Gürkan’ın bu yere aşık olması…. Rivayete göre evlenmemesinin en büyük sebeplerinden birisi de Çengelköye olan aşkıdır. Bu aşk Halkalıdaki kendi evinden çıkıp burada kiraladığı bir dairede yaşayacak kadar bağımlı yapmış bizim Gürkan’ı. Erzurum’dan ayrılışının altında yatan gerçekleri artık yavaş yavaş çözmeye başladım. Çünkü İki yıl önce de Sevgili Feridun Fazıl Özsoy, İsmail Bingöl, Dr. Ali Kurt’la bizi bu mekanda ağırlamıştı…
O gün içtiğimiz çayın tadı hala damaklarımızda olacak ki, bugün yine Sezai ile Çınaraltı çaybahçesinde idik. Adını aldığı çınarın o heybetli duruşu daha adımlarımızı çay bahçesinden içerisine atar atmaz bizi o ihtişamıyla karşıladı. Yaşı tam olarak belirlenemeyen ama üzerinde 800 yıllık olduğu tahmin edilen bu ulu çınar, yüz yıllardır gölge verir Çengelköy’e…
Tarihte balıkçıların altında ağ ördüğü bu ulu çınarın çevresi, 60’lı yılların ortalarında gölgesinde çay içilen bir liman kahvehanesine, sonraki yıllarda ise tüm İstanbul halkına hizmet veren bir çay bahçesine dönüşmüş.
O günden beride bu mekan tiryakilerin, meraklıların, aşıkların adresi olmuş. Gün gelmiş film ve dizilerin çekim mekanı, gün gelmiş yazar ve şairlerin ilham kaynağı, gün gelmiş aşıkların buluşma adresi, gün gelmiş yaşlıların anılarını tazelediği ve hatıratlarıyla teselli bulduğu yer olmuş.
Böyle olunca üç arkadaşın birlikte gün geçireceği daha güzel bir mekan olabilir mi? Tabii ki Gürkan’ın bu güzel mekanda bizi buluşturması da çok ayrı bir durum…
Dedim ya, Gürkan’ın aşık olduğu yer. Biz burayı tanıdıktan sonra, onu birazcık anlamış olduk. Ulu çınarın yüzyıllardır misafir ettiği insanlardan birisi olma şerefine bizde erişmiş olduk. Hadi hayırlısı…
Bahçeden içeri girdiğimizde hava biraz rüzgarlı idi. Hafta içi olmasına karşın yinede çok kalabalık olan bahçede boş masa araştırmaya başladık. Önceleri boş masa ararken ilerleyen dakikalarda Çınara yakın bir yer edinme isteği daha çok ağır bastı.
Artık teknolojiyi kullanmada genç olmayada gerek yok. Bizim Sezai’nin elinde bulunan modern bir o kadarda kapsamlı bir telefonla Çınaraltı çaybahçesinde bu buluşmayı tarihleştirdik. Denize doğru üç arkadaş bir fotoğraf çektirdik. Ve anında arkadaşlarıyla bu fotoğrafı paylaştı. Artık bizim Çınaraltı Çaybahçesi sohbetlerimiz resmi olarak kayıt altına alınmış oldu. Anında Erzurum, Ankara ve İstanbul’da, faceci (Facebook) arkadaşlarımız tarafından beğenildi. Bizde mutlu olduk.
Eeeee artık hasret giderme vakti… Hele bu hasretlik üç geveze aynı zamanda gazeteci olunca artık siz düşünün sohbeti…
Misafir idik ve ev sahipliği sevgili Gürkanda idi. Önce güzel bir karnımızı doyurdu. Sonra çay faslı ile sigara faslı başladı.
İsimler zaten kaşeli, Gürkan, tiyatro eğitimli, Radyo programcısı olunca çenesinin ne olduğunu siz düşünün. Sezai zaten kendine has üslübunda söze başladımı, üç kelimeyi beşe, beş kelimeyi onbeş kelimede anlatmayı seven kardeşim. İçlerinde en yaşlı ve en sessiz olan ben, konuşmadan çok dinlemeyi seven, dinlerken iyi izlenimler yakalama fırsatını kaçırmayan tavrımla yanlarına ilişmiş durumda kaldım. Aslında kendimi bu kadar masumane göstersemde, yaş itibariyle çenesi düşük birisiyim.
İstanbul’da yıllar sonra birarada neyi konuşacağımızı dahi kestirememiştik. Ama Erzurum’da o kadar çok anılarla geçen zamanlarımız olmuştu ki, bunları yad etmekten geçemezdik. Aslında akşam sekizbuçuğa kadar konuşmamızın çoğusu iş anılarıyla doluydu. Bu anıların içerisinde meslek arkadaşlarımızdan genç yaşta hayata veda edenler üzerinde konuştuk. Onlarla olan anılarımız bizleri yarı duygu yüklü, yarı komik olaylarla geçti.
Bu arada çaybehçesinin sahibi Gürkanın samimi arkadaşı bize hemşehri sayılan Rizeli Osman beyde ayak üstü yanımıza uğrayıp gidiyordu. Her gelişinde çaylarımızın tazelenmesini garson arkadaşlara hatırlatıp gidiyordu. Erzurumlu olacaksın, İstanbul’da bu güzel mekanda bulunacaksın, senin en sevdiğim milli içeceğimiz çayı sohbetle birleştirmemek olur mu? Bizde aynen onu yaptık. Cırılana kadar çay içtik.
Bir arada Gürkan’ın elindeki adisyon fişine takıldım. Adisyon artık çay sayısını yazmada aciz kalmış, baştan aşağı sipariş yeri dolmuştu. Ben hemen ‘yavvv bu ne kadar çay içmişiz’ dedim. Gürkan burada çayın tanesi 2 TL dedi. Bende kim ödeyecek diyince buna bütçemiz yetmez, ben en iyisi Osman’ı çağırayımda bir pazarlık yapayım dedim. Gürkan gülmeye başlarken, sadece selamlaşıp en fazla üç-beş kelime ettiğimiz Osman beye kırk yıllık arkadaşımmış gibi seslendim.Kendisi ile içtiğimiz çayların pazarlığını yapmaya başladım. Hesabın kabarık olmasına karşı bulaşıklara talip olduğumu söyledim. O da sakin bir tavırla espirimi pekiştirmek için kendisinin aslında orada olmadığını ( duymamış gibi davrandı) söyledi. Gülerek yanımızdan ayrıldı.
Uzun zamandan beri bu kadar tatlı bir sohbet geçirmemiştik. Üçümüzde özlemimizi doya doya yaşadık.
Camiadan arkadaşlar bir araya geldiğimizde, rahmetli amca,( Kemal Alyanak), rahmetli kardeşim Sadık Engin, rahmetli Miktat Yardımcı, rahmetli Tevfik Akan’la olan anılarımızı anlatmadan geçemeyiz. Bizde Çınaraltı Çaybahçesi’nde, ölümlerinin üzerinden o kadar zaman geçmiş bu değerleri anma doyumuna eriştik. Hepsine ayrı ayrı Allah rahmet diliyorum. Ne mutlu onlara ki iyi dostlukları ile yıllar sonra onları anacak izler bırakmışlar. Aradan geçen bu kadar yıldan sonra Erzurum’dan uzakta da olsak onları anıyoruz.
O gün o bahçede yaptığımız sohbetimiz dost tadında idi. Kalın sağlıcakla……
Bir yanıt yazın