MENÜ ☰
ATA-AÖF’te Sınavsız İkinci Üniversite Ön Kayıtları Devam Ediyor
Büyük Erzurum Sofrası
Erzurum Haber Gazetesi » Yazarlar » Müzeyyen Karlığa’nın ardından
Belkıs Altuniş Gürsoy
Belkıs Altuniş Gürsoy
Tüm yazıları için tıklayınız.
Müzeyyen Karlığa’nın ardından


Her insan; dünya denilen bu berzahta canların bir emanet, ölümün ise bir hak olduğu gerçeğini yüzlerce defa duyardı. Ecel şerbetini içen yakın ve uzak halkaların vasıtasıyla da bu şaşmaz kaideyi bizzat yaşayarak öğrenirdi. Zaten hadiselerin dili de bu mutlak akıbeti temcit pilavı gibi hiç durmaksızın ısıtıp ısıtıp fani bedenlerin önüne koyardı. Yine her can, ömrünün her adımında, “deni”, “alçak”, “yalan”, “boş”, “vefasız”, “sahte” gibi olumsuz sıfatlarla anılan bu dünyaya fazla bağlanmama, gelip geçeni olup biteni çok da ciddiye almama ihtarı ile sık sık karşılaşırdı. Ama ezeli kanunun yenilmez bir hükmü, fıtratın kaçınılmaz bir rüknü olsa gerek yine de her hayat sahibi bu düsturu bile bile dünyanın ipine sıkı sıkıya yapışırdı. İnsan, bu güzergâhta yerli yersiz, önemli önemsiz pek çok meseleyle oyalanır avunur; nefsine değen veya değmeyen irili ufaklı dünya ahvali ile kahırlanıp dururdu.

Aslında insan da tıpkı rüzgâr gibi eser savurur, gelir geçerdi. Ama değil miydi ki bu rüzgar; meltemden kasırgaya, lodostan poyraza, musondan hortuma, karayelden boraya kadar nice çeşidi ile farklı esintiler, farklı tesirler bırakırdı. Kimileri yumuşak bir yel olup başımızı okşar, içimizi serinletirken; kimileri da yıkar, devirir, darmadağın edip bırakırdı. Kimileri bitki çiçeklerinde bulunan tohumları mesafelere saçarak, tabiatın yeni sürgünlerle donanmasını sağlarken; kimileri devasa ağaçları kökünden sökerek önüne katıp sürüklerdi.

İnsanın bu “iki kapılı han”da konup kalkması da öyleydi. Kimi ısıtır, onarır, yeşertir; kimi de kırar döker, zarar ziyan verip de öyle giderdi. Kimileri bir saba rüzgârı gibi yeni ümitler, taze emeller getirir; kimileri de arkasında nice ahları, nice elemleri, nice hüsranları bırakarak göçerdi.

Ben acizane bu yazımda şan şöhret olmamış, kamuya mal olmamış bir insandan bir dosttan bahsetmeye çalışacağım. Zira o, “hoş bir seda” bırakmayı bilen imtiyazlı yaratılmışlardan biriydi.

Tanınmış din,ve medeniyet tarihi âlimi değerli arkadaşımız Prof. Dr. Bekir Karlığa’nın eşi Müzeyyen Karlığa’yı yakınlarda kaybettik. Müzeyyen hanım da kaderin hükmüne ram olmuş geldiği gibi geçip gitmişti.

Anadolu’nun bağrında yetişmiş bu değerli hanımefendiyi bir nebze de olsa dile getirmek istedim. Kendi ocağında tütmüş, kendi ateşinde pişmiş bu mümtaz insan hakkında bir çift söz söylemek lüzumu duydum. Alayişsiz gösterişsiz, sessiz ve sedasız ama bir o kadar da ârif, bir o kadar da zarif tabiatlıbu insanı üç beş kırık cümleyle de olsa yad etmek istedim. .

Zira örnek hayatlar, soylu ruhlar bu köhne dünyada sayıca çok değildiler, olanlar da kendilerini çok belli etmiyorlardı. Oysa bu cinsten kimselerin mevcudiyetinden haberdar olmak bile bizim insan kardeşlerimize ve dünyaya duyduğumuz güveni artırabilirdi. Hepimizin iyileri görüp bilmeye, onların hâliyle hâllenmeye ihtiyacı vardı. Zira şan şöhret olmuşların, namını yürütenlerin, bazen de kuru gürültü misali kâzib şöhretlerin her yeri doldurduğu, etrafa velvele saldığı bir zamanda çoğu zaman asıl kıymetler göz ardı ediliyordu. Gerçek yapıcıların bu sessiz ve derinden akan sular misali bu sade hayatlarda saklı olduğuna inananlardanım

.

Bekir hocamızın merhum eşi Müzeyyen hanım, Antepli bir hanımefendi idi. Hayat denilen o yaman mürebbinin tedrisinden geçmiş, irfan denilen o büyülü terkibin tezgâhında dokunmuş olgun bir insandı. Serapa oturmuş akıl, oturmuş ruhtu. Onun şahsında her anlamda aklı başında bir dost tanıdım. Zira oturaklı denilen cinsten insanlarla karşılaşmak çok da kolay rastlanan bir durum değildi. Artık neredeyse kompleksleri olmayan, zaaflarını yenmiş kimselerle görüşüp bilişmek sıra dışı bir durum, nadir bir vaka mahiyetini almıştı. Mizaçlar, meşrepler çeşit çeşitti ve insan denilen bu sırlı kudret ne yazık ki kendi içinde çoğu zaman arızalı, çoğu zaman sancılı, çoğu zaman çatışmalı idi. Beşer, tabiatında hükümferma olan pek çok menfi meylin baskısı altında yaşıyordu. Ayrıca herkesin hayatında bir yerlerde gizlenmiş yürek yangınları, hüsranlar, elemler vardı. Bastırılamayan ve aşılamayan bu beşeri tezahürler her fırsatta bir yerlerden zuhur eder; ukalalıktan geçimsizliğe, hasetten kırıcılığa, iktidar hırsından kibre, kin ve nefretten öfke ve şiddete kadar pek çok farklı noktadan uç verirdi. Her türlü insani paylaşımda da bu aksayan yanlar; bir yerden sökün eder, muhatabını rahatsız ederdi. O sebepten hayatının engel ve noksanlarından, çile ve kahırlarından hayırlı neticeler damıtmış ve etrafı için bir tatlı huzur olabilmiş insanlar azınlıktaydı. Müzeyyen hanım bu azınlık dairesine mensuptu. Bekir hocanın iş başarısında arkasını yasladığı bu kaya gibi sağlam yarıvefakârın payı büyüktü.

 

Bir çok vesile ile görüştüğümüz, beraber seyahat ettiğimiz bu ehlidil, ilk hasbıhâlle beraber yüreğimizde yer tuttu. Zira nefsiyle barışık yaşayan Müzeyyen hanım, herkesle ölçülü, mesafeli ve seviyeli bir yakınlık kuruyor, hâl diliyle etrafına güven telkin ediyordu. Ağır başlılıkla güler yüzlülüğü, iyi niyetle samimiyeti mezcetmiş bir tavır sergiliyordu.

Onu tanıdığımda ciddi birkaç hastalığın yoldaşlığında hayatını sürdürmeye çalışıyordu. Ama, bu acıları, bu ıstırapları hiç yokmuş gibi büyük bir sabır ve metanetle göğüslüyor; ağrıları, sızıları olağan karşılayarak fazladan bir ihtimama ihtiyaç duyurmamaya çalışıyordu. Sağlık problemleri hakkında konuşması gerektiğinde de sanki kendisi ile ilgili zorlu bir süreçten değil, günlük bir hadiseden bahsediyormuşçasına serinkanlı ve tarafsız bir yaklaşımla bilgi veriyordu. “Zenginliği taşımak”, “mevkii taşımak” ve “şöhreti taşımak” zordur. Her baba yiğidin de hakkı değildir. “Kendini taşımak” kavramı ise neredeyse en zordur. Bu kavram; zamanın, yerin, vaziyetin icabına uymak adına kişiliğinden kimliğinden taviz vermeksizin kendisi olmak manasını ihtiva eder. Fakat “hastalığı taşımak” denilen kavramın da başlı başına bir boyut olduğunu insan taşıyabilenlerde görerek öğreniyordu. Kimileri ağlayıp sızlar, çektiği acıların can yakıcılığından, tedavinin zorluğundan, ilaçların çokluğundan yakınırdı. Kimileri ise hastalıkları dikkat çekmek, nazlanmak, kendisini acındırmak için bir vasıta addederdi. Müzeyyen hanım, bu yolların hiç birine tenezzül etmeden vakarını koruyarak, mütevekkil bir tavırla bu davetsiz misafirlerle baş etmeye çalışıyordu. Evet, o hem kendisini taşımak, hem de hastalığını taşımak konusunda bir timsal olup sıkıntılarıyla kahramanca mücadele etmeyi biliyordu.

Tekrar etmekte fayda var. Onun şahsında hayat karşısında, mahrumiyetler karşısında kâmil bir duruş yakalamayı başarmış örnek bir hanımefendi tanıdım. Bu aziz insanın hürmete şayan hatırasını ömür sermayemin kazanç hanesine kaydedecek, yaşadığım sürece gönlümde taşıyacağım.

Bu vesileyle Müzeyyen hanıma Allah’tan gani gani rahmet, muhterem eşine ve aile efradına sabrı cemil niyaz ederim. Burada sözü Yahya Kemal’in bir beyti ile bağlayalım.

Tekrâr mülâkî oluruz bezm-i ezelde

Evvel giden ahbâba selâm olsun erenler.

📆 02 Nisan 2014 Çarşamba 10:58   ·   💬 0 yorum   ·   ⎙ Yazdır

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

ERZURUM'DA HAVA

ERZURUM
Esentepe Avrupa Konutları
YENİ SAYI

YAZARLAR

RÖPORTAJLAR

ANKET

Üzgünüm, şu anda etkin anket yok.

BAĞLANTILAR