MENÜ ☰
ATA-AÖF’te Sınavsız İkinci Üniversite Ön Kayıtları Devam Ediyor
Büyük Erzurum Sofrası
Erzurum Haber Gazetesi » Yazarlar » AYAR VE MİYAR
Belkıs Altuniş Gürsoy
Belkıs Altuniş Gürsoy
Tüm yazıları için tıklayınız.
AYAR VE MİYAR


“Ayar” kelimesi  “altının gümüşün ve diğer kıymetli madenlerin karışma derecesi” olarak tarif edilebilir.  Miyar ise ölçü anlamında kullanılan bir kelimedir.  Ayar kelimesi;kararında olmak, ifrat ve tefritten kaçınmak, aşırılıklardan sakınmak, ideal ölçüler içerisinde konumlanmak manasına da gelir. Bu kavram;  “ölçü”, “hesap”, “düzen”, “nizam”, “ahenk”, ”uyum”, “denge”, “karar”, “miktar”,”derece”, “kalite”, “seviye”, “değer” anlamlarını da karşılar.  Bu bağlamda “ayar”  ile “miyar kelimeleri arasında bir kök ve mana ortaklığı, bir kader birliği mevcuttur.

Ayar; insan için kullanıldığında kaliteli olma, rafine olma, klas olma, seçkin (=elit) olma hâlini ifade eder.  İnsan dışındaki varlıklar için de “rutin işleyişin düzenlenmesi”, “sistemin ahenkli bir biçimde yürümesi” karşılığında kullanılır. Saat ayarı, fabrika ayarı, sesayarı  gibi.   Ayarlamak fiili de bir ölçünün doğruluğunu belli bir örneğe göre düzeltmek, doğrulamak, bir cihazı belli bir iş yapabilecek duruma getirmek, işleri birbiriyle çatışmayacak veya zamanında bitirecek biçimde programlamak, birilerini kandırmak ile ölçü aletlerinin derecelendirilmesi anlamlarına gelir.

Eskiler, “ayarsız” kelimesini ”seviyesiz”,  “kalitesiz” kimse karşılığında sıklıkla kullanırlardı.Kalite kelimesinin de çok geniş bir tasarruf alanı olduğu söylenebilir. Ürünün, eşyanın kalitesi, sanat eserinin kalitesi, inşaatın yiyeceğin içeceğin kalitesi gibi.

Ayrıca “ayar vermek”, her hangi bir konuda haddini aşmış bir kimseyi veya bir nesneyi ideal sınırları içine veya gerçeğin çizgileri içine çekmeye çalışmak olarak tarif edilebilir.Bu arada bu kalıbın birilerine haddini bildirmek mahiyetine gelen menfi bir kullanım sahası olduğunu hatırlayalım. Müspet açıdan bakıldığında ise ayar vermenin düzen vermek, kıvam kazandırmak, yolunda gitmeyen, kurallarınca işlemeyen bir durumu, bir sistemi yeniden tabii ve asli ölçüleri dahiline  taşımaya gayret etmek  olduğu söylenebilir.

Beşerin ayarını belirleyenkıstaslar  ise insani vasıflardan hissedar olma derecesi,  evrensel değerlerden nasiplenme payı olarak düşünülebilir. İnsanın ayarı ile yaşadığı mekânın ayarı at başı gider. Değil mi ki,“şerefü’l mekân bi’l-mekîn”dir. Yani bir mekânın şerefini o mekânda oturanlar belirler.Dünyanın ziyneti (=süsü)  olan insan bulunduğu yere değer katabileceği gibi değer de kaybettirebilir. İnsanın ise ayarını temel değerlere olan nispeti belirler.

Günümüzde dünya, insan ve ayar kavramlarınıaynı çerçevede ele aldığımızda bir soru silsilesi ile karşı karşıya kalırız.

Zamanın şartları, insanıayar kazanmak, miyar sahibi olmak konusunda tavizkâr olmaya mı zorluyor?“Hesabını kitabını bilme telaşı”, “menfaat endişesi”, “arabasını dağdan aşırma gailesi”, “rahat ve refah merakı”, “kolaya ve ucuza kaçma tasası”, “hırs kaygısı”  insani duyarlılıkları askıya mı aldırıyor?

Hız ve haz çağında insan; “temel insani değerler” veya “ kıymet hükümleri” dediğimiz güzel hasletler alanını (sevgi, saygı, merhamet, şefkat, dürüstlük, çalışkanlık, haya,  iffet, vefa, sadakat, sabır, tahammül, metanet, cesaret, iyilik, yardımseverlik, fedakârlık, feragat, kadirbilirlik, irade gibi) paranteze almayı bilhassa mı tercih ediyor?

“Güzel ahlaklı olma” düsturunu insan olmanın merkezine oturtan bakış açısı;  hayatımızı gönlümüzce kurgulama, keyfimizce  yaşama bahislerinde ayak bağı olmak rolüne mi bürünüyor?

Her birimiz değerler bahsini kendimize göre yorumlama, işimize geldiği gibi anlama fasıllarında marifet ehli miyiz?Bu hükümleri hayata geçirmek gerektiğinde nalıncı keseri gibi her meseleyi her halükârda kendimize yontma yoluna mı gidiyoruz? İşleri kaytarma, yükümlülük ve sorumluluktan kurtulmakonusunda hüner erbabı olduğumuz söylenebilir mi?

Temel insani hasletler; bilgi ve teknoloji çağı diye adlandırdığımız bu çağda neredeyse tedavülden mi  kalktı?  Hayat planında giderek rağbet kaybeden bu prensipler; daha çok yazılı ve sözel birer malzeme yığını olmak derekesine mi düştü? Gerektiğinde hafıza ambarlarından vitrine çıkarılan süs malzemesi, sohbet cilası olmak konumunu mu aldı?Dini literatürde sık sık zikredilen, edebi eserlerde döne döne işlenen, kültürel mirasta birçok kalemde kodlanan, medeniyet denildiğinde “olmazsa olmaz”lar arasına katılan bu değerleri uygulamak gerçekte zora koşulmak mıdır?

Ateş çemberlerinden  can havliyle kaçan Suriyeliler ile çaresizlikte çare arayan diğer göçmenkafileleri sınırları zorlarken ülkeler bu yüz binleri nereye koyarız kaygısıyla meselenin insani cephesini görmez den mi geliyor? Yoksafarklı bir kültürden geldikleri için ötekileştirilen bu insanların hayatları ve yaşadıkları dram kayda değer bulunmuyor mu?

Evlerini,  yurtlarını,işlerini, geçmişlerini geride bırakarak temkinsiz, tedbirsiz, ihtiyatsız  denizlere açılan, pusulasız, rotasız  yollara vuran, önü görünmez meçhullere atılan sığınmacılar, alın yazılarını ağartmak adına kefenlerini sırtlayarak, ölüme meydan okuyarak sefere çıkan göçmenler,sahile vuran ölü bebekler, kıyıya çıkan cansız bedenler, aşağılanan horlanan sersefil onbinler, yüzbinler…

Ve de tribünlerden bu ölümcül maçı seyreden her maçı kazanmaya odaklanmış medeni dünya, Maçı şeref localarından seyreden “vah vah”, “tuh tuh”geçiştirmeleriyle bu ayıba vicdani katkı sağlayan ileri ülkeler, büyük güçler,Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler, İnsan Hakları Dernekleri, sivil toplum kuruluşları, hak vehukuk aktivistleri, demokrasi bezirgânları, sermaye sahipleri, tabiat ve tarih varlıklarını koruma örgütleri, hayvan hakları dernekleri ve dahi silah tacirleri sessiz, suskun,tepkisiz.

Bu vahim levhalar, bu hazin sayfalar ile insanlık yara alıyor. Bu bağlamda medeni dünya sadece  kan kaybetmekle kalmıyor;ruhu çekilmiş yığınlar, duygusu körelmiş kalabalıklar, sağır, kör ve dilsiz mesabesindeki güruhlar  olduğunu da hâl diliyle ispat ediyor.

Bir program dahilinde üretilmiş, bir proje çerçevesinde kurgulanmış terör örgütleri ile kan gölüne dönen yer yüzü cehennemi Orta Doğu coğrafyası ve   kara kıtanın kara bahtlı insanları her daim zalim avcıların oltasına yem, sapanına taş olmakta ber-devam.

Suya, petrole ve stratejik hedeflere kilitlenmiş başa güreşen yalancı pehlivanlar..  Her daim zirvede kalmak azmiyle kavrulan masumların, savrulan mazlumların, kaybolan mağdurların ateşinde ısınan dünya patronları.Hukuk ve  ilkeleriyle işine geldiği gibi oynayan, idâre-i kelâm ve idâre-i maslahat uzmanı samimiyetsiz büyük güçler.Hâlin icabına göre takılıp çıkarılan maskeler, çoklu standartlar ve keyfince eğilip bükülen kurallar kanunlar,kurallar,

Bir başka bakış açısıyla bu sığınmacılar ve diğer göçmen kafileleri;  ayarı bozulan miyarı kaybolan dünyanın yüzüne inen tokatlar,  vicdanına inen darbeler mahiyetinde. Çağımızın ekseninden kaymış, amacından kopmuş budolu dizgin gidişinde; başkalarının acılarına sebebiyet vermek yanında başkalarının acılarına seyirci kalmak gibi iki hastalıkla malul olunduğu gerçeği ile bir kere daha yüz yüze geliyoruz. İnsandan maksat, “kendisinden hayır umulan ve şerrinden emin olunan”kimseler olmaktır. Bu asil hedef,ne yazık ki, genelde kuru bir temenni olmak mahiyetini almak yolundadır.

Yaşlı ve yorgun dünya, ciddi bir akıl tutulmasının içinden geçmektedir. Dengeler masumiyet ehlinin aleyhine, zulüm ehlinin lehine değişmiştir. Bir tarafta ülkeleri içinden karıştıran, fitne yaratan, kitleleri  ayrıştırarak birbirine düşüren,düzenleri alt üst eden ve bundan da menfaat uman bir anlayış, diğer tarafta edilgen konumunda olan ve hedef tahtası hâline gelen mazlumlar.Bir tarafta israfın sınır tanımadığı bir dünya, diğer tarafta ise açlık ve yokluk. Bir tarafta en uç noktada sefalet, diğer yanda en uç noktada sefahat…

Görünen o ki, bilgi çağı, teknoloji çağı dediğimiz dönem;  zekâsını ve donanımını maddi sahalara hasrederken, insan unsurunu  ihmal ediyor. Verimli iş gücü yaftasını yiyen insan; ürettiği ölçüde, üretime katıldığı ölçüde kabul görür ve makbul tutulur olduğundan, asıl olan göz ardı ediliyor. Su başlarını tutacak kadroların, erk sahiplerinin  adalet mekanizmasını gözetecek,  saadetin almada değil vermede olduğunu bilecek, düşeni kaldıracak, zayıfı arkalayacak ehliyette olması umulur. Bilgiden çok bilgelik tahsiline ihtiyaç olduğunu söyleyerek kelama nokta koyalım.

Etiketler:
📆 02 Ekim 2015 Cuma 10:45   ·   💬 0 yorum   ·   ⎙ Yazdır

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

ERZURUM'DA HAVA

ERZURUM
Esentepe Avrupa Konutları
YENİ SAYI

YAZARLAR

RÖPORTAJLAR

ANKET

Üzgünüm, şu anda etkin anket yok.

BAĞLANTILAR