Dün (20 Mart 2011 Pazar), haber yapmak amacıyla Konaklı’ya gitmiştik.
Bugün Ekspres’te Konaklı ile ilgili ayrıntılı bir haber bulacaksınız.
Çuval dolusu paranın harcandığı, çok sayıda teleferik, pist ve tesisin yapıldığı Konaklı’da ne yazık ki, kimseyi görmek ve de bulmak pek mümkün olmadı.
Birkaç genç, 15-20 kadar da çocuk, işte o kadar!
Habere attığımız başlık her şeyi özetliyor aslında:
“Konaklı’da in, cin kayak yapıyor!”
***
Önceki gün de Peribacaları’nı gezmek ve görüntü almak amacıyla Narman’a uzanmıştık.
Orada da durum pek de farklı değildi, yani kimsecikler yoktu o büyük, o gözalıcı, o kızıl deryada!
Tabi burada Peribacaları’na, Narman’a haksızlık yapmamak gerekiyor.
Çünkü oralara “zırnık” koklatılmazken, Konaklı’ya trilyonlar akıtıldı son zamanlarda.
Bu sebeple Peribacaları kimsenin aklına, hatırına gelmeyebilir.
Bir başka olumsuzluk daha:
Acaba Narman’ı kaç kişi hatırlıyor, Peribacaları’nı kim biliyor!
Bir de böyle bakmak gerekir konuya.
***
Aslında “hüznü” ve de “yalnızlığın görüntüsü”nü sadece Konaklı’da veya Peribacaları’nda değil…
Dörtbir yanda…
Örneğin Tortum Şelalesi’nde, Yedigöller’de, Hınıs’ın Kanyonları’nda, İspir’in Çoruh’unda, Kaçkar’ında, Uzundere’nin Öşvank’ında da görmek, dolayısızla o büyük ıssızlığı, sessizliği ve “terkedilmişliği” yaşamak mümkün.
***
Gerçi niyetim sizlere falanı, filanı saymak değil.
Sadece bir tespit yapmak niyetindeyim.
Yoksa Erzurum’un sahip olduğu serveti, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini sıralamaya kalksanız öyle bi çırpıda bitiremez…
Bazı yerleri atladığınızı sonradan anlar, hayıflanır, dolayısıyla da utanırsınız.
***
Dedim ya, niyetim belli. Bence “önemli” gördüğüm bir gerçeğe vurgu yapmak istiyorum.
Bu sebeple sözü eviriyor, çeviriyor ve bir noktaya getirmeye çalışıyorum.
“Nedir o nokta” derseniz?
Derim ki; “sahipsizliğimizdir!”
***
Diyorum ki, doğal güzelliklerimizin, tarihi mirasımızın ve muhteşem servetimizin küçük bir bölümüne “mesela” bizim dışımızda birileri, başka şehirler ve hatta ülkeler sahip olsaydı yani…
Kim bilir neler yapar, nasıl bezetip, allayıp, pullayarak pazara sunarlardı.
Öyle değil mi yani!
Bu eserler Avrupa’nın herhangi bir şehrinde…
Ya da Rusya’da, Hindistan’da veya ne bileyim Ruganda’da olsaydı…
Tertemiz, pırıl pırıl görüntüsündeki Çifte Minareler’i hayranlıkla izleyip, Tortum Şelalesi’nin o coşkulu akışını seyrederken, “müthiş” deyip, kendimizden geçmez miydik?
Geçerdik vallahi.
***
Onlarda olunca “müthiş!”
Katedral müthiş Taç Mahal müthiş, Kızıl Meydan müthiş, Özgürlük Anıtı müthiş!
Müthiş oğlu müthiş!
Ya bizdekiler!
***
Bizim kendi “müthiş”lerimize ve o güzelliklerimize dönüp baktığımız var mı?
Çifte Minare’ler orada, Yakutiye ötede, Üç Kümbetler beride duruyor işte canım.
Her gün önünden geçip, gidiyoruz sonuçta!
Kaçanı mı var, kaçıranı mı?
Mantığımız, daha doğrusu “mantıksızlığımız” böyle maalesef.
***
O müthişlerin ne bakımına aldırış ediyor, ne temizliğine önem veriyoruz.
“Türk tarihi’nin mührü”nü, Çifte Minareli Medrese’yi, Yakutiye’yi veya bir başkasını bir “yük”, belki bir “fazlalık” gören bile vardır içimizde.
Hele bazısının “arsaya” bakıp, ağzının suyu akıyordur billahi!
Ne “tarih” umuruna gelir o yavruların, ne de “Türk’ün mührü!”
Verin öylelerinin eline kazmayı, tarihin temeline acımasızca vurmazlarsa, namerdim.
Kazmadır çünkü onlar.
Varsa rant, varsa kâr, varsa kazançtır “kazmalar” için geçerli olan akçe. Gerisi hikâye.
***
Neyse!
Atlıyorum şimdilik bu konuları.
Yoksa tespitler doğru.
Sahip olduğumuz servet gerçekten çok büyük ve paha biçilemez değerde.
Eserlerimiz gözalıcı, emanet aldığımız miras muazzam.
Ne filan yerdeki medresenin, ne falan tepedeki kalenin, ne de Palandöken’in, Konaklı’nın dünyada eşi de bulunmuyor, benzeri de!
***
“Hepsine “tamam” diyor, kabul ediyor, şapka çıkartıyorum da…
Madalyonun öte yüzüne bakıp, bu soruyu sormaktan alamıyorum kendimi:
“Acaba biz, bu imkanlardan faydalanabiliyor muyuz?”
***
Bu soruya “Evet bizler Allah’ın bu şehre bahşettiği her türlü imkandan alabildiği ölçüde faydalanıyoruz” cevabı verebiliyorsak eğer, o vakit adama sormazlar mı:
“Aradığımız huzur, mutluluk ve rahatlık nerede?”
“Neden Erzurum her yıl geriye gidiyor ve nüfus hızla azalıyor?”
“Neden ekonomik anlamda ilçeden dönme illerin bile gerisine düştük?”
“Neden insan yapımız farklılaşıyor?”
“Neden Kuzey’deki ilçelerin köylerinde üçer, beşer yaşlının dışında adam kalmadı?”
Ve “Neden Tortum’un, Olur’un, Şenkaya’nın, Narman’ın, Oltu’nun köylerindeki okullar birer birer kapanıyor?”
***
Sahi “niye?”
Yokluktan mı?
Böyle bir sorunumuzun, sıkıntımızın ve eksiğimizin olmadığı ortada.
Birçok nimetin, varlığın ve emanetin hem farkında, hem bilincindeyiz.
Şükür, Mevla başımızdan yağdırmış.
Kimsenin bu anlamda şikayete asla hakkı yok, olamaz da!
***
Öyle ise, nedir sorun?
***
Demin ifade ettim:
En başta geleni sahipsizlik!
Bi tasnif yaparsak eğer, “bencillik, beceriksizlik, açgözlülük ve ehliyetsizlerin öne çıkma gayreti” listede mutlak yer bulur kendine.
***
Şimdi seçim zamanı.
Erzurum’un ne yazık ki artık 6 milletvekili hakkı var!
Buna rağmen çok sayıda aday adayı ortaya çıkmış durumda.
Toplam aday adayı sayısı kaç olur, bunu bilemem! Ancak neresinden bakarsanız bakın, bir vekillik için en az “otuz talipli” çıkar gibime geliyor.
***
Aday adayları içinde çok sayıda tanıdığım ve arkadaşım var.
Hepsine başarı ve kolaylıklar diliyorum.
“Kızı bin kişi ister, bir kişi alır” misali…
Bu kadar çok talipliden sadece 6’sı muradına erecek.
Umarım kazanan kendileri değil, kazanan evvela Erzurum olur.
***
Son 10 yılda nüfusunun önemli kısmını kaybeden…
TBMM’de 8 milletvekili ile temsil edilirken, yıllar içinde önce 7’ye, derken 6’ya gerileyen Erzurum’un durumu çok parlak gözükmüyor.
Bulunduğumuz coğrafyanın “halâ en iyisi” olduğumuz bir gerçek.
Ama nereye kadar?
Bu gidişle “ünvanımızı kaybedeceğe” benziyoruz.
***
Zira nüfus göçmüyor, resmen kaçıyor.
Belimiz bükülmüş durumda.
Şehir virane dolu, geçilmiyor.
Çaresizlik en büyük açmazımız.
En çok inananımız bile sanki gelecekten umudunu kesmiş gibi.
Bunu ıssız ve sahipsiz yerlerde, köyde, dağda, bayırda daha iyi görmek ve gözlemlemek mümkün.
***
Ancak…
Yine de karamsar olmamak gerekiyor.
Önümüz “seçim!”
Kavunu ve karpuz alırken “ustalıkla” hareket eden bizler, daha seçici zorundayız.
Bu kez “çok daha iyi” seçme mecburiyetimiz var.
Çünkü kredimiz giderek tükeniyor.
***
Bu seçimde ümit ediyor ve arzuluyorum ki, aradığımız sahip veya sahipleri…
Yüreği milleti ve memleketi için çarpanları…
Davulun sesi ve zurnanın namesi ile heyecanlananları…
El ele tutuşup, gönülden coşanları…
Alvarlı Efe’yi anlayıp, Mükerrem ile ağlayanları…
Ejder gibi “tik” durup, başbarında nara atanları…
Kim bilir belki, belki buluruz.
Olmaz mı yani?
***
Toprak bu kadar da çoraklaşmadı gibime geliyor.
Silkinmek lazım.
Bir umut bu!
Ve bu umuda çok da yakınız aslında ve hatta “umudun içindeyiz gibi.”
“Nasıl mı?” diye sormayın!
Farkında değil misiniz?
Umutsuzsanız, UMUT SİZSİNİZ!
Öztürk Akkök
doğru olan yada doğru olduğunu zannettiğiniz şeyler yazıyor okumamızı istiyorsunuz ama yazdıklarınızla yaptıklarınız birbirine uymuyor bugün erzuruma ve değerlerine sahip olma noktasında yazı yazıyor dün bu şehre hizmet ve imkan getirenleri zemmediyordunuz kıblenizi bir öğrensekte ona göre konuşsak daha bir kaç ay önce neye lazım kime lazım dediniz kış oyunlarını becermeyiz dediniz yapılınca sıkı sıkıya taraf oldunuz söyleyin bakalım bu şehrin kalesine,camisine,mescidine ve medreslerine 10 yıl önceye kadar hangi iktidar bir lira harcamış hangi restorasyonu yaptırmıştı ecdad eserleri bu iktidar zamanında hatırlandı isim isim sayayımmı hatırlıyormusun 10 yıl önce bir gazeteci arkadaşın şeyhler medresesini yiyecek içecek merkezi olarak kiraladı ama ozaman hiç sesin çıkmadı …bir sözde editöre bu sayfada hakaret içermeyen kişilik haklarını ilga etmeyen yorumları yayınlamayacaksan ne diye yorum ekle sayfası düzenliyorsun…