Hayata dair bazı düşüncelerim var!
Katılır mısınız, bilemem!
Bana göre, hayat bir oyun.
Dünya, bu oyunun sahnesi.
Yönetmen, hiç şüphesiz Kainatın Sahibi.
Bizler ise, oyuncularız!
HHH
Kuvvet ve Kudret Sahibi Büyük Yönetmen’in dağıttığı şekliyle rollerimizi üstlenmiş durumdayız.
Yani taksimat O’nun.
Kimimizin payına başrol oyunculuğu düşmüş…
Kimimize figüranlık!
Oyunun yardımcı oyuncuları da var şüphesiz.
HHH
Sahneye gelince!
Hiç birimizin katkısı yok!
Sahne de O’nun, dekor da, ışık da, kostüm de.
HHH
Senaryo deseniz…
Yazan Büyük Kalem, onu da yazmış.
Geriye kala kala bize oynamak kalmış.
Hem de en güzeli ile.
HHH
Çünkü, öylesine Büyük, öylesine Muhteşem, öylesine Deha Bir Yönetmen’in yönetiminde oynuyoruz ki…
Falso yok, olmamalı…
Yanlış da!
“Ben yapamadım, yapamıyorum” deme şansına hiç kimsenin sahip olmadığı bir sahnedeyiz zira.
HHH
Bu nedenle, herkes elinden gelenin en iyisini yapmak zorunda.
Bu bir mecburiyet…
Alternatifsiz üstelik!
Yaptın, rolünü iyi oynadın ne alâ, sorun yok.
Aksi takdirde “yandın” demektir!
HHH
Sözün bu noktasında gelin yüksek sesle bir soru soralım isterseniz!
“Kimsiniz siz?”
Ya da “neyiz biz?”
Verelim mi cevabı!
HHH
Varsayalım ki, bir öğretmen!
Ya da doktor, mühendis, gazeteci, sanatçı, sporcu…
İşçi, memur, teknisyen, tekniker…
Bürokrat, vali, kaymakam…
Rektör, dekan, bilim insanı…
Milletvekili, belediye başkanı, bakan, başbakan…
Bakkal, lokantacı, fırıncı, kasap, terzi!
Velhasılı kim, hangi mesleği üstlenmiş ise, en iyisi olmak ve en iyisini yapmak zorunda.
HHH
Dedim ya…
“Keyfiyet” değil bu, mecburiyet!
Kaçış yok yani!
Öyle bir yer sahnede ve öyle Büyük bir Yönetmen’in huzurundayız ki…
Mazeret uyduramazsın…
Kıvıramaz, yalan söyleyemez, aldatamazsın.
Tek seçeneğin var:
En iyisi olmak!
Ya da bir başka deyişle:
Oyunu kuralına göre oynamak!
HHH
Evde çocuk doğuran mesela!
Analığın en mükemmelini sergilemeli, koymalı orta yere merhameti, sevgiyi, saygıyı, hoşgörüyü, vatan ve millet sevgisini, çalışmayı, üretmeyi, helalinden kazanmayı…
Öğretmeli evladına, ne varsa her şeyi, en ince ayrıntısına kadar hem de!
HHH
Baba da öyle…
Bilmeli sorumluluğunu!
Neyse üzerine düşen!
Hak, hukuk, onur, gurur, şeref, haysiyet…
Dik durma, haksızlık karşısında susmama…
Erdemli olma…
Bütün bu güzellikleri önce kendi sergilemeli, sonra çocuklarına öğretmeli…
HHH
Bugün çoğu insan mutlu ve huzurlu değil.
Nereye el atıyorsanız, elinizde kaldığını hissediyor, bundan da müthiş üzüntü duyorsunuz.
“Kutsal” bildiğimiz değerleri eğdik, büğdük, bozduk ve kendimize uygun hale getirdik!
Günümüzde kişisel çıkar ve menfaat artık her şeyden önde gelmeye başladı.
“Küçük olsun, ama benim olsun” mantıksızlığı, bir virüs gibi tüm benliğimizi sarmış durumda.
“Bencillik” en önemli özelliğimiz halini aldı.
“Hesabını sorarlar” diye korkmasak var ya, yemeğimizi pişirmek için, komşunun evini yakmaktan geri durmayacağız.
İşi bu kadar azıtmış ve ileri boyuta taşımış durumdayız.
HHH
Aslında her şeyi en ince ayrıntısına kadar görüyoruz.
Ama düzelmek ve düzeltmek işimize gelmiyor!
Hep ilk adımı ve hatta sonrasında atılması gereken adımları, karşımızda kim varsa, komşumuz misal, ya da çalışma arkadaşımız ve hatta eşimiz, dostumuz, akrabamız!
İstiyoruz ki, o adımları karşımızdakiler atsın.
HHH
“Biz” kesinlikle yokuz işin içinde, çünkü biz kendimizi “çok masum, suçsuz” ve hatta “zemzem suyu ile yakınmış” görüyoruz.
Ne kadar sorun, he kadar sıkıntı, bela ve musibet varsa…
Tümünün sorumlusu ve kaynağı karşımızdakiler!
“İyi ve güzel” tarafta sürekli biz varız, “kötü ve çirkin” tarafta ise hep diğerleri!
HHH
Böyle olmadığını aslında biliyoruz bilmesine de, işimize gelmiyor itiraf etmek.
İpe sapa gelmez yığınla gerekçe göstererek, kendimizi kandırırken, O Büyük Yönetmen’i de kandırdığımızı zannediyoruz.
Bakar mısınız gaflete!
Öztürk Akkök
Bir yanıt yazın