Yukarıdaki başlığın ünlü bir filozofa ait olduğu bilinir. Ama kime ait olursa olsun bu hükme katıldığımı şahsen kendi adıma söyleyebilirim.
İnsan hayatı sürprizlerle doludur. Ömür çizgisinin bazen planlandığı gibi, beklenildiği gibi dümdüz gittiği vakidir. Ama yolu dünya sahrasına düşenler, genellikle bu seyrüseferlerinin inişli çıkışlı, bol yokuşlu ve çetrefil olduğunu bizzat nefislerinde yaşayarak öğrenirler. Tabii afetler, hastalıklar, savaşlar, acılar, yokluklar gibi nice kahır çeşitlemeleri terazinin bir kefesinde dururken; sağlık, güzellik, mutluluk, refah ve huzur gibi nice lütuf yansımaları da terazinin bir diğer kefesinde ispatıvücut eder. Zaten her şeyi ancak zıddıyla kavramak mümkündür. İyi olmasaydı kötüyü, sıcak olmasaydı soğuğu, darlık olmasaydı bolluğu anlayamazdık. Acıların, zorlukların, maddi ve manevi mahrumiyetlerin insanı törpülediği, olgunlaştırdığı, pişirip, güzelleştirdiği sıkça yazılıp söylenen bir gerçektir.
Her doğan ölmek, her konan göçmek içindir. Her şey gelip geçicidir. Ama bu dünya durağındaki her yolcu, kendi dışında var olan bu mekâna uyum sağlamaya, onunla hemhâl olmaya ve bütün varlığıyla ona katılmaya çalışır.
Kâinatta belli bir düzenin, belli sebep sonuç ilişkilerinin, belli prensiplerin yer aldığı açıktır.
Ay, güneş ve yıldızların hareketleri belirli bir nizama bağlıdır. Aralarındaki mesafeler, hareket devirleri, saldıkları ve aldıkları enerji ince ayar bir program dahilindedir. Mevsimler belli kurallar çerçevesinde ve belli zaman aralıklarıyla dönüp dolaşıp hükümlerini icra ederler.
Tabiatta mevcut olan bütün elementlerin insan bedeninde de belli oranlarda var olduğu bilinir. Bu oranlardaki hafif bir oynama vücut dengelerini alt üst etmekte ve çeşitli arazların ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. İnsandaki kromozom sayısından, toprağın, suyun, havanın terkibine kadar her şey milimetrik ölçeklerin, gözle görülmez, elle tutulmaz aritmetik hesapların ürünüdür.
Canlılar ve cansızlar âleminin kanunları keşfedildikçe, hayretten hayrete düşülür. Bütün yaratılmışların birbiriyle irtibatlı olduğu, aralarında görünmez bir iletişim bağı, bir paylaşma, bir paslaşma, bir dayanışma ağı bulunduğu gerçeği ile karşılaşılır. Bazı bitki türlerinin saldığı koku göçmen kuşların yön belirlemesine sebep olmakta, akrebin, yılanın zehiri bile yerine göre panzehir hükmüne geçmektedir.
Kuşlar sonbaharda belirli zamanlarda güneye doğru göç eder, ilkbaharın belirli günlerinde de geri dönerler. Kuzular, akşamleyin ağıllarına varan anne koyunları onlarca hem-cinsleri arasından seçerek sütlerinden gıdalanırlar. Örümcek ağ dokumayı , arı bal yapmayı , ipek böceği ipek kozalarını örme ustalığını nasıl kazanır. Hayvanlarda içgüdü var denilir. Doğuştan getirilen bu içgüdü, bu bilgi dağarcığı her türü kendi içinde belli bir disiplin çerçevesinde yaşamaya şartlandırır. Bu şartlanma, akıllara durgunluk verecek derecede sistematik bir düzen arz eder.
Varlık, sessiz bir akış ve bir devridaim içinde ezelden ebede doğru yol almaktadır. Kâinat kitabını okuyabilenler; pek çok heterojen unsurun oluşturduğu homojen bir birliktelik içindeki bu ahengi, bu uyumu hayranlıkla seyrederler.
Evrende şaşmaz bir bütünlük vardır. Makro-kozmos dediğimiz evrenle mikro kozmos dediğimiz insan arasında bir paralellik ve iç içe geçmiş karmaşık bir alışveriş söz konusudur. Her zerre büyük bir puzzle’ın bir parçası durumundadır. Boş, faydasız, lüzumsuz zannettiğimiz her parça belli fonksiyonları ifa eden değerli bir üye konumundadır. Sanki büyük bir orkestra kurulmuş, notalar müzisyenlere dağıtılmıştır. Bütün bir âlem topyekûn evrensel bir şarkıyı terennüm etmektedir. Her enstrüman ayrı bir ses çıkarmaktadır. Ama bu farklı sesler bir arada ahenkli bir birliktelik, muhteşem bir senfoni oluştururlar.
Hayat seferinde yapıp ettiklerimiz, alıp verdiklerimiz, görüp geçtiklerimiz asla bir tesadüf eseri değildir. Olup bitenler, öncesini ve sonrasını hesaplayamadığımız bir planın parçasıdır. Bunun böyle olduğu hadiseler yaşandıkça anlaşılmakta, ömür yolunda mesafeler katedip tecrübe kazanıldıkça idrak edilmektedir.
İnsanın kendi bedenini, ülkesini, ailesini, meziyet ve kusurlarını seçmediğini bir gerçektir. İnsanoğlu, belli bir yaşta kendi varlığını idrak ettikten sonra kendisine ait olanları kabullenme yoluna girer. Elindeki imkânlardan yola çıkarak kendisi adına bir dünya kurmaya gayret eder. O, içinde bulunduğu şartları belli ölçüde değiştirip dönüştürebilir ve aşabilir de. Kendi şartlarını benimseyebildiği, içindeki sevgi pınarlarını açığa çıkarabildiği ölçüde de kendisi ve dünya ile barışık yaşayabilir. Hayatta değiştirebileceğimiz durumlar, sıfırdan başlayıp mükemmele doğru geliştirebileceğimiz konumlar vardır. Ama değiştiremeyeceğimiz pek çok husus olduğunu hepimiz biliriz. İşte bu gibi durumlarda olana rıza göstermek, mevcudu kabullenmek bir mutluluk kuralı, bir ruh ve beden sağlığı icabıdır. Bazen eldekini düzeltip dönüştürmeye gücümüz yetmez, ama bakış açımızı değiştirmeye gücümüz yeter. Bize şer görünenin bazen bir hayra vesile olduğu, hatta lehimize işlediği söylenebilir. Kendisinden ve çevresinden hoşnut olmayı bilmek bir boyuttur. Genellikle kendinden razı olanların, etraflarından da razı olduğu bilinir. Bu hal, insanın hayata nasıl baktığı ve yaşadıklarını nasıl algıladığı ile ilgilidir. “Polianna” her birimizin çocukluğuna damgasını vurmuş bir eserdir. İyi gözle bakmayı ve bardağın dolu tarafını görüp şükretmeyi öğreten bu çocuk romanı, aslında bir ahlak kitabıdır.
Rastgele, gelişigüzel tesadüfî zannettiğimiz hiçbir şeyin öylesine, kendiliğinden, başıboş olmadığı ortadadır. Bize düşen bu durumun şuuruna varıp, taşları yerli yerine oturtmaktır.
Belkıs Altuniş Gürsoy
Bir yanıt yazın