Tamam, kabul ediyoruz… -Devlet, kin ve nefret duygularıyla hareket etmez. -Devlet, eşkıyanın ve teröristin kullandığı “savaş dili”ni kullanmaz. -Devlet, bir takım çevrelerin tahrikine kapılıp, galeyana gelmez.
Tamam, kabul ediyoruz…
-Devlet, kin ve nefret duygularıyla hareket etmez.
-Devlet, eşkıyanın ve teröristin kullandığı “savaş dili”ni kullanmaz.
-Devlet, bir takım çevrelerin tahrikine kapılıp, galeyana gelmez.
-Devlet, sağduyulu olmaktan vazgeçip, hukuku ayaklar altına almaz.
Ve hatta…
-Devlet, öfke krizlerine tutulup kurunun yanında yaşı yakmaz.Eyvallah……
Bu sayılanlar, gerçek bir devletin “olmazsa olmazları”dır.
Fakat yeryüzünde hangi devlet vardır ki, (diktatörlükleri, İsrail’i ve Amerika’yı ayrı tutuyoruz) 30 yıldır arkadan hançerlenmesine rağmen, sabrı taş kesecek derecede hoşgörülü davranabilsin?
Kim ne söylerse söylesin boş……
İçimizdeki “işbirlikçi”ler hangi mavalı okursa okusun nafile……
Artık herkes biliyor ki işte o devlet; yani bunca ihanete rağmen ısrarla adil olmaya çalışan devlet, Türkiye’dir.
İster inancından olsun, ister kökleri asırlar ötesine geçen esaslı bir devlet geleneğinden olsun fark etmez.
Ne sayarsanız sayın……
Türkiye, binlerce evladını kaybetmiş olmasına rağmen, 30 yıldır süren ve en az 30 devletin arkasında olduğu PKK terörüne karşı (birkaç istisna hariç) asla “çadır devleti”ne mahsus bir pozisyon almadı.
Üstelik de çoğu zaman at izi it izine karıştı.
Geldiğimiz nokta ortada işte.
Şehirler bir yana, neredeyse şehit cenazesi gitmeyen ilçe ve köy kalmadı.
Sadece Erzurum’un 420 şehidi var.
Barıştan, kardeşlikten, adaletten ve demokrasiden dem vuran BDP, bir defa daha gerçek yüzünü gösterdi:
Kandil’e gidip, bombalanan PKK kamplarını yerinde görecekmişler!
“Devlet operasyon yapmasın, silahları sustursun” derken, aslında başından beri niyetleri şudur:
“PKK vursun, devlet-millet sineye çeksin”
Böyle bir devlet var mı yeryüzünde?
Bir ay içinde otuz evladını yitirmiş olacak ama gıkını çıkarmayacak……
O melanet yuvaları o gün vurulmazsa ne vakit vurulur?
Merak ediyorum; ha bire “amandır sağduyulu olunsun” diyen bir takım adamlar acaba devleti yönetiyor olsalardı yahut da toprağa düşen o fidanlar kendi çocukları olsaydı, yine aynı tonda aynı teraneyi çalıp söyleyebilirler miydi?
“PKK bir ayda otuz askerimizi şehit etmiş olabilir lakin biz Kandil’den uzak duralım, PKK inlerine bomba atmayalım”
Bunu ancak PKK militanları ve PKK bağlıları diyebilir.
Yüreğinde insanlık namına bir kırıntı dahi kalan kimse, bu kalleş pusular karşısında, devletin elini kolunu bağlayıp oturmasını telkin edemez.
Şehit binbaşının yüreği yanık eşi dün haykırıyordu:
“Vatan sağolsun demiyorum”
Haksız mı?
Değil; hem de hiç değil. Çünkü “vatan sağolsun” dedikçe, “şehitler ölmez vatan bölünmez” sloganı attıkça, “bir ölür, bin diriliriz” naraları patlattıkça tam tersi oluyor.
Şehitler de ölüyor, vatan da bal gibi bölünme eşiğine geliyor.
Demokrasisi en gelişmiş ülkelerin bile, terör saldırısı karşısında nasıl bir tutum sergilediklerini, görüyor ve biliyoruz artık……
Bize gelince klişe söz hazır:
“Şayet vurmak ve öldürmek çözüm olsaydı, otuz yıldır bu kan akmazdı”
Oysa manzara başka bir şey anlatıyor:
Terörist, yola mayın döşeyip askerini öldürüyor, karakol basıyor, şehirleri “kurtarılmış bölge”ye çeviriyor, güvenlik güçlerini zaaf ve acziyet içerisine düşürüyor, vatanı bölünme eşiğine getiriyor, millet arasındaki kardeşlik bağlarını koparıp duruyor.
“Demokratik açılım”a, “içi boş” dediler, eli silahlı teröristler gümrük kapılarında kahraman gibi karşılanıp, törenler düzenlendi tatmin olmadılar, belediyeleri PKK kampları gibi kullandılar yetmedi, medyada sabahtan akşama kadar ağızlarına geleni söyleyip durdular ama kesmedi, “bu vatan hepimize yeter” sözüne inanmadılar, başka bölgelere götürülmeyen hizmetler ayaklarına götürüldü beğenmediler, devlet alttan aldıkça onlar üste çıkıp şımardıkça şımardılar……
Fakat artık bu kantar bu sıkleti çekmiyor.
Bu milletin, bir otuz yıl daha akıtacak ne kanı, kurban verecek ne evladı, hakaret üstüne hakarete uğrayacak ne de tahammülü kalmadı.
Ziya Paşa demiş ki:
“Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdirle yola gelmeyenin hakkı kötektir”
Bu ölçü, din’de de böyledir, demokraside de……
Şayet mazoşist değilse bir millet ve devlet, “Beni ne güzel dövüyorsun, aşağılıyorsun, öldürüyorsun” demez, diyemez asla……
Geçmiş örnek ortada:
“Ya kuzgun leşe, ya devlet başa”
Boğaz’da oturup ha bire ahkam kesip duran “Beyaz Türkler”in korosuna katılan kimi entel-danteller de aynı nakaratı söylüyor:
“Devlet şiddete şiddetle karşılık vermemeli”
Bakar mısınız alçakların anlayışlarına?
Çünkü hayatlarının baharında bu pis savaşa kurban gidenler onların çocukları değil. Çünkü onların tuzu kuru… Nasılsa ceplerinde sınırsız vizesi olan pasaportları, İsviçre bankalarında dolarları var. Şayet iç savaş çıkar da ülke bölünürse gidecekleri yerleri hazır.
Çünkü onların ata babaları da Kurtuluş Mücadelesi’nde aynısını yapmışlardı.
(Ve ne acıdır ki sonradan kaymak tabakası da yine hep onlar oldu)
Gerçekten bıçak kemiğe dayandı ve gerçekten artık sözün bittiği yerdeyiz (gerçi bu “sözün bittiği yer”i, kimileri kıçından anlıyor ama)
Millet haklı olarak soruyor:
PKK’nın kökü bugün kazılmayacaksa, ne zaman?
Devlet, devlet olduğunu bugün göstermeyecekse ne zaman gösterecek?
Daha kaç bin çocuğumuz şehit düşecek ki bu ateş söndürülsün, daha kaç bin anne yitip giden evlatları için ağıtlar yakıp dursun?
Bu kadar bedel yetmez mi?
Mehmet Şener
Bir yanıt yazın