Aslında gazeteciliğin en önemli unsuru ve yaratıcısı muhabirlerdir.
Van’da Bayram Oteli’nin enkazı altında kalarak hayatını kaybeden ‘Taşranın hamalı’ Sebahattin ağabeyim cenazesinin defnedilmesinin ardından tam 10 gün geçti
İçimden gelen duygu ve meslekteki acımasız koşulları paylaşmak istiyorum…
Sebahattin ağabeyimle yakın mesai arkadaşı olduğumuzu bilen ve İstanbul’dan, Ankara’dan, birçok meslektaşım taziye için aradı, sağ olsunlar.
Mesleğe muhabir olarak başladığım için bende bazı yaşadığım sorunları çok iyi bilirim.
Arayanlar kimdi, elbette depremde, selde, çığ’da büyük afetlerde birlikte çalıştığımız zor koşullarda ekmeği birlikte böldüğümüz muhabir dostlarımdı, arkadaşlarımız, ağabeylerimizdi…
‘Cem, Sebahattin için, Cem için bir şeyler yapılmalı’ diye mesaj verdiler…
Basın emekçileri şimdi çalışma şartlarını gündeme getirdi.
Habere giden muhabirin ‘balyoz’ çantasını taşımak akıl işi değildir. Sağ kolumun uyuşmasına rağmen ben de halen taşıyorum.
Dış göreve giderseniz, hem muhabirsiniz, hem direksiyon başında şoförsünüz, radara düşerseniz, yemek yerseniz fiş eksiğiniz olursa ‘cart’ diye muhabirin maaşından keserler, birde üstüne üstelik fırça yersiniz…
Görev şehidi olursunuz, bir de cenazeniz tabuta konulup, o tabutun kapağı bir iki paslı çivi ile çakıldıktan sonra, memleketinize gönderilir…
Ve birkaç meslektaşla hastane morg bahçesine gelen tek bir ambulansa morgun yolunu gösterirsiniz…
Sebahattin ağabeyimin tabuta konulan cenazesini, ambulanstan Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi morguna muhabirlerin 24 saat sağlığında acısında yanında olan Doğu Anadolu Gazeteciler Cemiyeti Başkanı ağabeyim Feridun Fazıl Özsoy, Hürriyet Haber Ajansı’nda uzun yıllar omuz omuza birlikte çalıştığım Sebahattin Ağabey ile birlikte Akajans ve Tercüman bürolarında omuz omuza çalışan ağabeyim Sayıl Narmanlıoğlu, ismi gibi onurlu meslektaşım Onur Sağsöz ve Gönül bacımızın Kemah’tan gelen yakın akrabaları ile birlikte morga koyduk…
Evet, o sırtında ayırmadığı ‘ekmek teknesi’ balyoz çantası ile elinde gazete sütununa bir tek kare fotoğrafın girmesi, TV’lere saniyelik görüntü çekmek için taşıdığı kamerasıyla heyecanı yaşayan , basın şehidi ağabeyimiz Sebahattin ve Cem Emir, gazetelerde yazıldı, TV’lerde sadece bir gün ‘haber olarak’ yayımlandı..
Ateş düştüğü yeri yakıyor ama, artık bundan sonra, Sebahattin ağabeyimiz için, dua edeceğiz…
Evlatları 22 yaşındaki İstanbul Boğaziçi Üniversitesi Elektrik Elektronik Bölümü İkinci sınıf öğrencisi Alperen’imiz ve 17 yaşındaki kızımız Ecem Nur’un acıları dindirilmelidir.
Pamuk ipliğine bağlı olan bu acımasız, çileli dolu gazetecilik mesleğinde
Hürriyet’ten Yılmaz Özdil’in ‘Gazeteci çocuklar öldü, Basın’ız sağ olsun’ mesajı
Hafızalardan silinmeyecek!
En iyi fotoğrafı yakalarsanız, en iyi görüntüyü çekerseniz çekin, yine bir gün sonra o haber bayatlıyor. Verdiğiniz alın teri emeğinizin karşılığı size asla hiçbir zaman ‘teşekkür’ edilmez…
13 Mart 1992 yılında meydana gelen ve 6,8 şiddetli Erzincan depreminde evin avizeleri korkunç bir şekilde sallanıyor, Eşim Asiye, Oğuzhan’ı kucaklayarak dışarı kaçırıyor. Ama ben ise evden çıkmadım, ölümü göz önüne alarak ‘o sallanan avizenin’ görüntüsünü çekiyorum.
Bir gün Oğuzhan, ‘Babam deprem olduğu zaman bize sahip çıkmaz, evdeki sallanan avizeleri çeker’ evet işte böyle bir illet hastalık bu meslek…
Çünkü, bu yaptığınız onurlu gazetecilik mesleğinde ‘kangren’ teşhisli öyle bir mesleki, en yakın dostunuz, arkadaşınız bile size ‘kazık atar’ hem de acımasızca, haber atlattığınız zaman da gider ‘şikayet ederler’…
İşte, fedakârca çalıştığınız gazetecilik mesleğinde ölüm her an sizi karşılayabiliyor, ölümle heran baş başa kalabiliyorsunuz…
Basın şehidimiz Sebahattin ağabeyimiz, adaşım Cem Emir gibi…
Bir grup meslektaşımız en güzel yıldızlı otellerde kalır, siz araçta kalırsınız ama arayıp soran olmazki, ‘kardeşim sen nerede nasıl kalıyorsun, ne yiyorsun, ne içiyorsun’.
Bende Erçiş’te kaldım, tanık olduğum bir grup gazeteci arkadaşlarımTatvan’da depremden zarar görmemiş olan yıldızlı otellerde kalıyorlardı. 1992 yılındaki Erzincan depreminde araçta veya konteynırlarda kalıyorduk.
Haber merkezleri için önemli olan ‘fotoğrafı’ ‘görüntü’ gelsin ‘haber atlatma’ mantığı ile mutlu olurlar.
Erzincan’da mutluluk nişanı yüzüklerinin takıldığına tanık olduğum Sebahattin ağabeyimin sevgili eşi Gönül bacımızın, ‘Haber kupürlerini hep sandıkta saklardı, Sebahattin büyük bir özveri ile çalışıyordu’ cümleleri
Ve en önemlisi, ‘Biliyosun’ diyen Sebahattin ağabeyimin en büyük oğlu Alperen için, ‘Cem amcası Alperen çok zeki biliyosun’ sözleri…Alperen’in, ‘İş yoğunluğundan babamı göremiyorduk’ sözleri hepimizi tekrar tekrar dağladı…
O tarihlerde Hürriyet Haber Ajansı’nda kadrolu olarak çalışıyordu. İş akdi fesh edilen Sebahattin ağabeyinin, 29 Aralık 1994 tarihinde Van-Edremit yakınlarında düşen ve 56 kişinin yaşamını yitirdiği uçak kazası fotoğrafları çekmesi ve yeniden işe alınmasında ise,’Biliyosun, Hürriyet beni o çektiğim uçak fotoğraflar sayesinde yeniden işe alındım’ sözleri olmuştu.
Ben de diyorum ki, taşıdığım bu onurlu muhabirlik mesleği görevinde
Bir sonraki haberin heyecanına kapılıp gitmeden, unutmadan, unutturmadan.
Gönül bacımıza, Alperen’e, Egem’in bundan sonraki ‘baba’ yokluğunu arattırmadan destek olmak ve sımsıkı sarılmaktır.
Sebahattin Yılmaz’a Allahtan rahmet, eşi Gönül ve ailesine sabırlar diliyorum.
Not: Van’a gitmemden dolayı Bayram Oteli’nin enkaz yığınına dönmesi ile birlikte ‘Cem Emir’ ismini yanlışlıkla ‘Cem’ ismini duyan ve bizzat telefon açarak ahde vefa yakın dost ağabeylerime, kardeşlerime teşekkür ediyorum…
İyi ki varsınız….
İyi haftalar….
Cem Bakırcı
Cem abi, bu meslekte bölgenin duayenlerden biri olarak çok güzel ifade etmişsiniz. Okurken gözlerim doldu, kalemine sağlık…MEYDA PATRONLARINA DUYURULUR….