MENÜ ☰
ATA-AÖF’te Sınavsız İkinci Üniversite Ön Kayıtları Devam Ediyor
Büyük Erzurum Sofrası
Erzurum Haber Gazetesi » Yazarlar » Mahallenin Delisinin Ölümü!
Öztürk Akkök
Mahallenin Delisinin Ölümü!


 

Dost acı söyler!
Herkes gibi, ben de böyle bilirdim bu sözü.
Hazreti Mevlana’nın, “Dost acı söyleyen değil, acıyı tatlı söyleyendir” sözünden sonra, “doğru” bildiğimi sandığım bir “veciz”i daha attım çöpe.
Ne ayıp…
Ya da eyvah!
***
“Niye eyvah, ya da neden eyvah” diye sormayın!
Söyleyeyim:
“Doğru” sandığım yanlışlar, çöp kutusunda giderek çoğalıyorsa…
Daha başka ne diyebilirim ki?
Aslında dizimi dövmem lazım…
Ya da aklımı!
Ama  yapamıyorum bunları, geç kaldım çünkü.
***
Şimdi farkediyorum…
Hayat’ımın yakasına ne de çok yanlış iliştirmişim meğer…
Yazık.
Bir de “hayat kadınları”nın yaptıklarını başlarına kalkar, küçümseriz kendilerini.
Sanki her yanlışı, her kötü işi sadece ve sadece onlar yapıyormuş gibi.
Ne gaflet ama.
***
Okumuştum galiba…
“Her haram şey, içki gibi sarhoş ediyor olsaydı, toplumda ayık kimse bulunamazdı” diye bi söz mü vardı ne?
Yoksa yanlış mı hatırlıyorum?
Her neyse!
***
Geçen hafta Erzurum’da iz bırakan valileri yazmış, 1936-40 yılları arasında Erzurum Valiliği yapan Haşim İşcan’dan ve şehre kazandırdıklarından bahsetmiştim.
Yazıdan sonra, acı bi gerçek çıktı ortaya.
Çoğu insan, Erzurum’da “kalıcı izler” bırakan Haşim İşcan’ı değil tanımak, adını bile duymamış meğer.
Üzüldüm açıkcası, aynı zamanda utandım da.
Bir gazeteci olarak eksiği kendimde gördüm.
Bugüne kadar çoktaan yazmalı ve anlatmalıymışız vatan evlatlarını.
Yazmamış, anlatamamışız.
Ayıp!
***
Niyetim bu hafta da iz bırakan belediye başkanlarını yazmaktı.
Hazreti Mevlana’nın o anlamlı uyarısıyla konuyu farklılaştırdım!
“Ucuz da kurtuldum” açıkcası.
***
Ne yazacaktım, kimi yazacaktım bilemem de…
Yazsaydım, kırıcı olacak…
Örneğin Lambert Planı’nı bir çırpıda ortadan kaldıran dönemin belediye başkanına ve meclis üyelerine veryansın edecek…
Ya da bugünün Başkanı Ahmet Küçükler’i ve ondan önceki başkanları bi şekliyle eleştirecektim ki, “acıyı, tatlı söyleme yeteneğinden mahrum birisi olarak” vazgeçtim o konudan ve…
“En iyisi ‘bizim apatmanı’ yazayım” istedim.
***
Bi apartman düşünün…
Koca bir yapı.
Kat kat, daire daire.
İçinde yığınla insan oturuyor, ama komşuların alayı biri biriyle küs!
Apartmanın “seçilen” yöneticisi farklı telden çalıyor, “atanmış” kapıcısı başka telden!
Her taraf, kar, kış…
Soğuk jilet gibi kesiyor insanın yüzünü, sanki zemheri.
Titriyorsunuz ve bir gariplik olduğunu hissediyorsunuz.
Bi de peteklere dokunuyorsunuz ki, o da ne; kaloriferler yanmıyor!
Halbuki, kömürün parasını peşin peşin almışlardı sizden.
Kaloriferciyi arıyorsunuz, yok!
Çılgına dönüyor, isyan ediyorsunuz.
Halbu ki, yazın vardı kaloriferci.
Hatta sizi gördüğünde önünü ilikliyor, arz-ı hürmet ediyordu…
Ama şimdi!
Sanki yer yarılmıştı da içine mi girmişti yoksa?
Bi de öğreniyorsunuz ki, apartmandan bi grupla umreye gitmiş!
Allah kabul etsin.
Kaloriferci Mekke’de Allah Allah…
Sen evde yallah yallah.
Titre, diş dişe vur, zangır zangır öt ama sakın hissettirme bunu.
Çünkü, “üşüyorum” diyorsan, çok görüyor, ayıplıyorlar seni!
(Batı’dakiler böyle demiyor mu: Siz Erzurumlusunuz, üşümezsiniz! Sanırsınız Erzurumlu etten, kemikten değil, demirdendir.)
Sinirden kafanızı bi sağa bi sola sallıyor, söyleniyorsunuz, ama kime!
Çok geçmeden içeri odadan hıçkırık, hapşuruk sesleri gelmeye başlıyor.
Eyvah, belli ki hanım üşütmüş!
Karşılığını vermezseniz olmaz, kırılır hatun.
Duysun diye “çok yaşa hanım, çok yaşa” diye yüksek sesle bağırırken, aklınızdan da “bu yöneticiye sanki sen de mi oy vermiştin ne” diye geçirmekten alamıyorsunuz kendinizi.
Diliniz varmıyor “beter ol” demeye.
Canınız nihayetinde, sevdiğiniz, çocuklarınızın anası.
O beter olsa siz iyi güne mi kalacaksınız yani!
O ara kapının “zırrr” diye çalan zili kendinize getiriyor sizi.
Kapıyı açıyorsunuz…
Karşınızda, bükük kolunu yüzünüze doğru “nah” dercesine uzatan bi dilenci.
İriyarı, kıyımlı!
Hani sıksa suyunuzu çıkartır.
Konuşmasından belli…
Gücü, kuvveti yerinde.
Gözünüzün içine baka baka istiyor:
“Allah rızası için bi sadaka!”
“La havle” diyor, savıyorsunuz onu, az sonra bi ses daha:
“Hamam takımları, takunyalar, peştemallar…”
“İyi kese var, keseee!”
Merdivenbaşı inliyor. Sanırsınız semt pazarı.
“O kese bizim kiri temizleyemez abla” demeye kalmadan, balkonda kıyamettir kopuyor.
Alttaki komşu, üsttekine bağırıyor:
“Gözün kor ola, camlar kirlendi. Sabahınan yeni silmişdim!”
Üst kattaki balkondan halıyı silkemiş meğer.
Azar bunun içinmiş.
Üstteki altta kalır mı:
“Viş devamsız. Neydim camların kirlendi, temizlik de mi yapmiyah!”
Sanki çadır tiyatrosu.
Gül nasıl gül, ağla nasıl ağla!
O ara aşağıdan bi velet sesi:
“A-na-neeee…”
“A-na-neeee!”
Belli ki, bi durum vahim. Yoksa çocuk alttan-yokuşa ısrarla niye bağırsın!
“A-na-neeee!”
Tam umut kesilmişken “anane” başını uzatır balkondan:
“Ne var ola, ne diyirsen?”
“Çişim geldii!”
“Çoh şey. Get ola get, avu garşi duvarın dibine işe!”
Sanırsınız bahçe duvarı değil def’i hacet mekanı!
Çok görmeyin, sonuçta “bizim apartman” burası.
Kavganın, gürültünün eksik olmadığı…
“Üst” kattakilerin, “alt” kattakilere tepeden baktığı…
Komşuluk ilişkilerinin “çıkara” dayandığı bir garip yer.
Halbuki apartman sakinleri olarak biz, kültürden, medeniyetten sık sık söz eder, eser, gürler mangalda kül bırakmayız çoğu zaman.
“Adab-ı muaşeret” olmazsa olmaz kaidemizdir.
Oysa kedinin usluluğu gibidir bizim kurallara bağımlılığımız.
Sıçanı görünce bozulan usluluk misali, bizde de “uygulama zamanı” geldiğinde ne hikmetse rafa kalkar kuralların bütünü.
Ortada ne adap kalır ne muaşeret.
Bilmez miyiz kendimizi?
Çayı içer, demliğin dibindeki çayotunu aşağı serper…
Sofrabezini balkondan silkelerken…
Ekmeğin bir nimet olduğunu, kırıntısının dahi yerde olmaması gerektiğini aklımıza bile getirmez, sadece gözümüze bastırıp “aha şu nimet gözümü kör etsin ki” diye yemin ederken hatırlarız kutsallığını.
(Her ne kadar ekmeğin insan gözünü kör etmediği bilinse de, nimet üzerine yemin etmekten geri durmayız biz.)
Çöp poşetlerini yolun ortasına kadar savurmakta rakipsizizdir.
Merdiven başları kartol çuvalları ile soğanla, lahanayla işgal edilmiş, geçit vermeyen kaç apartman bilirsiniz?
Bunlar, bizim apartmanın manzaralarıdır.
Dahası da var, devam edeyim isterseniz?
Giriş katındaki dairede gazeteciler oturuyor.
Gazetecilerin kapısının önünde ayakkabının her çeşidi var.
Kimi temiz, boyalı.
Kimi rugan, kimi süvet.
Ama çoğu “kalik*”
O daireden bağırtı, şamata, gürültü ne hikmetse hiç eksik olmaz.
Bazen ihtiyaç duyuyor, sorununuzu paylaşmak, sıkıntınızı anlatmak istiyorsunuz gazeteci komşuya, ama nafile.
Bağırıyor, haykırıyor, takla atıyor, amuda kalkıyor, feryat, figan ediyorsunuz, ııhh, duyan yok.
Belli ki, gazeteciler “yoğun mesai” yapıyor, bu yüzden duyamıyorlar sesinizi.
Oysa onlar “halkın sesi” değiller miydi?
Öyle diyor, öyle esip, gürlüyorlardı çoğu zaman.
Hani birisini görseydiniz, göğsünüze vura vura “aha ben halkım” diyecektiniz ya, bulamıyordunuz ki, söyleyesiniz!
Çaresizlik içinde kıvranırken, birden seçim döneminde nutuk çeken milletvekili adayının “çaresizseniz, çare sizsiniz sözü” geliyor aklınıza ve “dınkk” diye bir ses duyar gibi oluyorsunuz.
“Dınkk!”
Beyninizde yankılanan “çarenin sesi” o!
Gülmeye başlıyorsunuz.
“Duvar gazetesi!..”
Al sana çare. Hem de en çaresiz zamanda!
Hey gidi yandığımın kafası, zehir mübarek zehir!
Yüzünüzde güller açıyor birden, servet bulmuş gibi rahatlıyorsunuz!
Müthiş bir buluş!
Kendinizi Aynştayn (Einstein) zannediyor, kimse yokken “culuh (hindi)” gibi kabarıyorsunuz.
Her şey öyle de çabuk gelişiyor ki!
“Duvar Gazetesi” beraberinde bir slogan da doğuruyor:
“Davarlar okumasın!”
Harika!
Hemen harekete geçiyor, yıpranmış, nemden sararmış “ilkmektep diploması”nı sandıktan çıkartıyor, birkaç belge temin ediyorsunuz…
“Tamam demektir!”
Bi ara “amma da kolaymış gazeteci olmak” deyip, sırıtıyor, sonra çürük dişlerinizin görüneceği endişesiyle kapatıyorsunuz ağzınızı.
“Muhabir, yazar, çizer” olmanız için önünüzde tek dönemeç var artık…
İzin!
O da bi dilekçenin başında.
“İzin alıp son köşeyi de döndünüz”mü sonrası malum zaten.
Daha gezeteyi çıkartmadan, üzerinde fotoğrafınızın bulunduğu “sarı basın kartı” geliyor gözünüzün önüne ve hayal kurmaya başlıyorsunuz…
Ne diyorlar toplantılarda:
“Basınımızın güzide mensupları!”
Üf be, hava bu!
Hava bu da, “Güzide de ne sahi!”
Bildiğim, komşunun kızının adıydı Güzide ve bi içim suydu Allah için.
Demek ki, gazeteciler bi içim suydu!
“Ha gayret Nusret, az kaldı güzide olmaya” deyip heyecanla düşüyorsunuz yola.
Sevinçten tabanlarınız kıçınıza değiyor, zil takıp oynamak istiyorsunuz nedense.
Yolda giderken işi daha büyütüyor “başyazar” olmayı koyuyorsunuz kafaya…
“Ulan Nusret, rezil olmak var” demeye kalmadan kendinize geliyor, “hadi canım sen de, zoru nerede bu işin?” diyerek topluyorsunuz cesaretinizi.
Öyle ya, neyiniz eksik gazetecilerden, hele de başyazarlardan!
Fazlanız bile var, boyunuz uzun, saçlarınız gür, e çoğundan da yakışıklısınız.
Elinizde kapı gibi(!) bir de diplomanız var, boru mu yani!
İzin için ilk adres muhtar…
Evinin kapısını tıklatıyor, soruyorsunuz muhtarı.
Sekreterya işlerini yürüten, elinde mührü ile “Sultan abla” çıkıyor karşınıza, “muhtar yok, partide” cevabı veriyor size.
Mürekkep yalamış, kitaplar eskitmiş, dirsek çürütmüş sonunda bir üniversite bitirmiş ve cumhuriyetin emanet edildiği yeni nesli yetiştirsin, ülkeyi muassır medeniyetler seviyesine yükseltsinler denilen muallimler ne güne duruyorlardı!
Heyecanla onlardan “destek” almak istiyor, “öğretmenevinde, okey’de…”
İmam efendi ile “bu ne iş hocam” deyip, dertleşmeye niyetleniyorsunuz, “cemaatte” cevabı alıyor…
Sarsılıyorsunuz.
Gazetecilik hayalleriniz…
Güzide basın mensubu iltifatları…
Başyazarlık rüyalarınız darmadağın oluyor, kâbusa dönüşüyor her şey.
Tam o ara örgütler geliyor aklınıza.
Hani apartmanın altındaki odalarda haklarınızı savunsunlar diye “beleşe” oturmalarına ses çıkarmadığınız örgütler.
Heyecanla örgütlere yöneliyorsunuz ki o da ne, odalarda var bir moda!
Tahtlar kurulmuş…
Sultanlar, yanlarında vezirleri, paşaları ve de soytarıları.
Tam bir saltanat dönemi!
Herkes zevk-ü safa’da!
İçeri girdiğinizin kimse farkında bile değil!
Ne yüzünüze bakanı var, ne ilgileneni
Kenarda esnaf Şükrettin ile kasap Rüknettin gözünüze ilişiyor.
Az ötede de kuyumcu Ehsan ile yanında da ortağı duruyor.
İnşaatçı Muzo’da orada.
İflasın eşiğindeydiler bunlar.
İcra memurları kapılarından eksik olmuyordu. Baksana onlar şimdi gelmiş el çırpıyor, sultanlarını eğlendiriyorlardı!
Daha fazla dayanamadı bu ikileme sabık kalbiniz, olduğunuz yere yığıldınız.
***
Cami önünde hareketlilik var.
Sağ el kulakta birileri bağırıyorlar:
“Er kişi niyyetineeee!”
Cami musallası öyle çok kalabalık değil.
Komşulardan da birileri orada.
Yaşlının biri, “er kişi heee!” deyip, dudak büktükten sonra, sağ kaşını az  havaya kaldırarak merakla yanındakine soruyor o titrek sesiyle:
“Hele söyle oğul, tanır mıydın kendisini? Kimmiş bu er kişi? Sahi neden ölmüş, kalp krizi mi geçirmiş, yoksa kanser filan mıymış!”
Cevap:
“He emi, tanırdım gendini.
Mehlenin delisiydi…
Gezeteci olacağam diye dutturmuşdi.
Hücceten getmiş garibim.
Sene kim dedi sağınan – solunan uğraş gardaş!
Yiye, içe, yataydın, Allah ahlın almış!
Uşahlari yetim galdi, ona üzüldüm.
Yohsa gendi geçimsizin tekiydi, ey ki öldi de gurtulduh!”
…….
(*) Kalik: Tabanlarına basılarak yamultulmuş, ahı gitmiş, vahı kalmış eski ayakkabı. Lastik ayakkabıların arkası kesilerek, terliğimsi hale getirilmiş biçimine de Erzurum’da “kalik” derler.

📆 28 Kasım 2011 Pazartesi 15:57   ·   💬 1 yorum   ·   ⎙ Yazdır

“Mahallenin Delisinin Ölümü!” için bir yanıt

  1. Nazlı Nalçacı Bağlar dedi ki:

    Sayın Akkök, Süper bir hicivdi. İnşallah muhatapları almıştır üstüne.Ordan çıkalı, on dört yıl oldu.. Bana orayı hatırlattınız, unutmak istediğim o ses tonları aynı olan kadınların kavgaları ve birbirlerine ettikleri küfürleri, saldırmalarını, hızını alamayınca bekleyip taktıkları kadıncağızı kocasına şikayet etmelerini, varsa daha sonra amirine..Uzar !!! YAZIK ÇOOOK YAZIK..
    Çok şükür diyorum, iyiki oradan kurtulmuşum !!! Maşallah suphanallah, keşke daha önce çıksaymışım.Yazıktayım orda geçen* 25 * yılıma..
    Kutlarım sizi ve gerçekleri yazan kaleminizi.
    Saygılarımla.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

ERZURUM'DA HAVA

ERZURUM
Esentepe Avrupa Konutları
YENİ SAYI

YAZARLAR

RÖPORTAJLAR

ANKET

Üzgünüm, şu anda etkin anket yok.

BAĞLANTILAR