Bi sorum var:
“Erzurum ne!”
“Ne”den kastım, nasıl bi şehir yani…
***
Hangi özelliklere sahip mesela?
Cevabınız “kültür” olur ise katılırım size…
“Medeniyyet” derseniz, yine öyle.
***
Bu iki kavramı yazılarımda, yorumlarımda ben de sıklıkla kullanır, “kültür ve medeniyyet şehri” der, o gerdanlığı asarım Erzurum’un boynuna…
Hiç yüksünmeden ve çekinmeden hem de.
***
Çünkü Erzurum kültürdür, Erzurum medeniyettir, Erzurum bir tarih, Erzurum, vatan alev alev yanarken, “ilk sesi haykıran” kahramanlar diyarıdır.
Övgünün her türlüsünü, sevginin en koyusunu bu nedenle hak eder Erzurum.
***
Çıkın sokağa, adım başı bir tarih mirası ile yüzleşir, kaldırdığınız her taşın altında derin ve kalıcı bir ize rastlarsınız mutlaka.
O izler medeniyetin mührü, uzaktan gelen davulun ve “teey” diye nara atan dadaşların, ya da “hele dadaş hoş musan” diye soran Mehmet Çalmaşır’ın sesi, kültürün nefesidir.
Başka yerde ne o derin izlere rastlar, ne “yaz gelende çıham yayla başına” diye inleyen içi yanık, dışı kavruk dadaşların sesini duyamazsınız billahi.
***
Sırtını karlı dağlara yaslamış, göğsüne tabyaları siper etmiş kan akıtmış, donmuş, can vermiş ama düşmana geçit vermemiş kaç şehir bilirsiniz?
Kaç şehir bilirsiniz beyaza boyalı…
Kaç şehir bilirsiniz ayaz ile oyalı…
Kaç şehir bilirsiniz davul vuranda doğrulan…
Kaç şehir bilirsiniz her vakitte Resul ile yoğrulan!
***
Sorarım size, kaç şehir bilirsiniz?
***
Kaç şehir bilirsiniz ülkenin ufkunun karardığı, “eyvah vatan elden gidiyor” diyenlerin “ah” çektiği en dar ve zor zamanda Ata’sı ile diklenen…
O gür sesi ile Palandöken’den teyy Anadolu’nun en öte başına “vatan bölünmez” diye seslenen…
Akif’in “korkma”yan güvencesi…
Al sancak’ın Doğu’daki kal’asının en yüksek burcu…
Yiğitlerin, eli kınalı, başı yazmalı taze gelinlerin…
Nene Hatunlar’ın, Kara Fatmalar’ın, anayurdu kaç şehir bilirsiniz!
***
Bilir misiniz dadaş’ı, bar’ı, kirpikleri ıslanan yar’ı…
Bilir misiniz “sen ağlama” diye haykıran bağrı yanıkları.
Tanır mısınız al yeşil giyenleri…
Tanır mısınız al’a, yeşile aşık olanları.
Hatırlar mısınız Emrah’ı, Sümmani Baba’yı, Alvarlı Efe’yi…
Hatırlar mısınız “Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler” sarsılmaz inancına sahip İbrahim Hakkı’yı!
Hatırlar mısınız “gitme” diyemediğimiz Reyhani’yi…
“Gargalara galan dünya”nın gülen yüzü Naim Hoca’yı…
Bulutlu her anımızın ilacı Sebahattin Bulut’u…
Suat Işıklı’yı, Ekrem Çakıllı’yı, Remzi Dane’yi, Fuat Lehimler’i…
Sorayım size…
Eşo’yu hatırlar mısınız Eşo’yu?
Hatırlar mısınız sahi?
***
Hatırlamazsınız inanın.
Ne Eşo var akıllarda, ne Şefiğe, ne Fındık, ne Omo Kemal, ne şu, ne bu.
Unuttuk!
Çabuk unuttuk hem de, yazık.
Yazık ki, ne yazık.
***
Siz ne dersiniz bilemem de, ben “akıl tutulması”na benzetiyorum yaptıklarımızı.
Ne iz bırakanlar artık umurumuzda, ne iz bıraktığımız mekanlar.
Her bir köşesinde hatıralarımızın bulunduğu…
Sevdiğimizin evi, yavuklumuzun mahallesi kentsel’e dönüştü bir anda.
Sanki kırsal’mış gibi.
Kepçelerin acımasız dişlileri arasında yok oldu irili – ufaklı tüm anılar.
***
Yok olan viraneler midir, yoksa kimliğimiz mi?
Biliyor musunuz, aslında bir kültür gitti elden.
Ben böyle görüyor, böyle değerlendiriyorum dönüşüm denilen didiş’imi.
***
Ne diyor Yakutiye Belediye Başkanı:
Yıkacağım!
Yıkıyor da…
Sadece Yakutiye değil diğerleri de.
Yıktılar, yıkıyorlar, yıkacaklar.
Tıpkı Sezar gibi.
Geldim, gördüm, yendim misali.
Yıktım, yıkıyorum, yıkacağım, süratle hem de.
***
Sorarım size…
“Yıkılan sadece evler, eski binalar, dümdüz edilen dar sokaklar mıdır?”
Yok muydu toprak damlı evlerin öyküsü, yok muydu perdenin aralığından yansıyan güzellerin sevda dolu bakışları…
Ne oldu hatıralarımıza?
Nerede ela gözle ilk defa buluşan gözlerinizin çakmak çakmak yandığı o sokağı köşesi?
Nerede önünden “belki görürüm” diye onlarca defa geçtiğiniz “karasevdanız”ın evinin tırhıçlı kapısı?
Artık ne davulun gümbürtüsü duyuluyor memlekette, ne Yazıcı’nın, Ak Pungar’ın, Cennet Çeşmesi’nin sularına karışan güzellerin kahkahaları, ne Raci’nin yanık sesi.
Ne kıratın kişnemesi…
Ne faytonlar, ne atların taş sokaklarda yankılanan nal sesleri.
Kuşu da kalmadı şehrin kuşbazı da.
Çiçeği de yok, böceği de.
Eskiden kelebekler uçuşurdu lüks lambaların etrafında…
Bir kepenek dolaşırdı odanızın içinde.
Şimdi yok hiç biri.
Dönüştük vallaha!
İyi dönüştük hem de.
Bravo!
***
Ne var şimdi?
Sadece yığınlar…
Beton ve insan yığınları.
Ve bir de arabalar.
Çoğu iğreti, itici, ürkütücü ve donuk…
Öylesine de soğuk.
Şehirden daha beter donduruyor insanı.
***
Kendimizi kandırmayalım ve gelin geçmişle avunmayı da bir kenara bırakalım isterseniz.
Erzurum giderek özelliğini kaybeden, başkalaşan bir şehir oldu.
Önce göç büktü belimizi, sonra da ilgisizlik.
Biliyor musunuz, çoğumuz Muş’luyuz artık!
Yapıyor muş’uz gibi davranıyor, çalışıyor muş’uz gibi gözüküyor, ortak bi noktada buluşuyor muş’uz türünde mesajlar vermekten asla kaçınmıyor…
Sıra uygulamaya geldiğinde hepimiz bildiğimizi okuyoruz:
Burası Muş’tur, yolu yokuştur!
***
Oysa Erzurum burası…
Havası soğuk, kışı uzun ve çetin.
Burada buz tutar yiğitlerin bıyığı…
Karlı ovada kaskatı katılaşır, donar karanlık!*
***
Yılgınlık!
Her yanımızda, sarmış, kuşatmış bizi.
İş, herkesin istediği şekliyle bulunmuyor.
Olanı biz beğenmiyoruz, bizim istediğimizi ise veren yok.
Böyle olunca da “göç göç oldu” diyor, düşüyoruz yola.
Sanki her giden, gittiği yerden memnunmuş gibi.
***
Pişmanlık içindeki şair ruhlu bir Erzurumlu’nun dediği bazen yankılanır kulaklarımda:
“De gardaş, de hele biz bu İstanbul’a ne diye geldik!”
***
İşte budur gerçek…
Acı ama böyle.
Acı’yı dindirmek için, buraya, memlekete, memleketin insanına sahip çıkmak gerek.
Tabi ki acı’madan ve de acı’tmadan…
Pek tabi giderek yufkalaşan yürekleri de incitmeden.
Başka yolu yok bunun.
***
Bunu da istemek, arzu etmek ve “ben memleketimin çakıl taşına bile sahip çıkıyorum” demek kaydı şartıyla…
Yani samimiyet ve içtenlikle!
***
İşte sorun da burada başlıyor, cevabı bildik soru burada geliyor akıllara:
Önce soru:
“O sahiplenme arzusunu ortaya kim koyacak, şehri ve şehrin insanını kim kucaklayacak?”
Cevap:
“Hiç şüphesiz bu şehrin Büyükşehir Belediye Başkanı.”
***
Belediyeler şüphesiz iş yapıyor, hizmet üretiyorlar.
Eyvallah!
Yine iş yapsın, yine hizmet üretsinler. Kimsenin bişey dediği yok, zaten bişey diyene kulak verdikleri de yok.
Oysa kulak da verilmeli ve hatta el de uzatılmalı.
***
Bakın Erzurum’un bir yıldız daha kaymak üzere.
TRT Haber Müdürü Mücahit Küleri emekli oldu.
Halk Oyunları Derneği’nin efsane ismi Sebahattin Bulut’un yerini dolduracak bilgi ve birikime sahip Mücahit Hoca’ya…
Erzurum kültürünün köşe taşı isimleri Hami Akbaba’ya…
Bar’ın ustası Atilla Ağrılı’ya…
“Tek kişilik yayıncı” Muammer Çelik’e…
Kamera dendiğinde akla gelen ilk “usta isim” Mustafa Bingöl’e…
Bir başka kültür adamı Bilal Ungan’a…
Emekli olmuş ve köşelerine çekilmiş, gördüklerine şaşıran, yaşadıklarına üzülen ve “keşke bize de danışan ve fikrimizi alan olsa” diye hazır bekleyen, bildiklerini halkı ile paylaşmanın onurunu, mutluluğunu ve huzurunu duyacak birikimli insanlara el uzatmak, bileklerinden kavramak ve kucaklamak gerekmez mi?
***
Belediyecilik sadece yol yapmakla, çöp toplamakla, ip atlamakla olmuyor.
Bi eksik her zaman hissettiriyor kendisini.
“O eksik ne” derseniz…
“Ruh” derim, ruh!
***
Eksik kalan Erzurumluluk ruhudur.
Erzurumluluk ruhu olmadan, o ruhu diri tutmadan ve sevmeden…
Erzurum’u kalkındırmak beyhude çabadan başka bir anlam ifade etmez…
Etmediği de ortada zaten.
Gözüküyor her şey.
(*) Nazım Hikmet – Kuvayi Milliye Destanı
…………
NOT: Gerek bu yazı ve gerekse Erzurum ile ilgi görüşlerinizi
www.facebook.com/profile.php?id=798844587’da paylaşabilir, tartışabiliriz. Kırmamak, incitmemek, belden aşağı vurmamak ve hepsinden önemlisi ortak bir paydada buluşmak kaydı ile. Selamlar. ÖA.
Öztürk AKKÖK
Beyaza demem kara
Vicdanim alir yara
Haksiz babam bile olsa,
Sezar’in hakki sezar’a…
Sn.Akkok, yaziniz aci ama gerçek tespitler içeriyor. Ruh olmazsa beden neye yarar? Kaybetmissek ruhumuzu birer hiç olmusuz demektir. Ruh’suz bir toplum sadece cansiz bir bedenden ibarettir, tepki vermez, sorgulamaz, dusunemez. Boyle eksikliklerimizi anlatirsak ilerleme yolunda onemli bir adim atmlis oluruz. Zira sadece kendimizi ovup dev aynasinda gormekten vazgeçmeliyiz oncelikle, gokten zembille inmis gibi hissediyor insan kendini. ) Her insan kendi memleketini over ve sever kuskusuz. Fakat elestri yoksa o sevdigi toplum bir adim ilerleyemez ve hep yerinde sayar. Ozelestri yapmamiz lazim her zaman, ozelestriden kaçanin hayatida duzenli olmaz. Kalbimzde mamur mühürlüdur Erzurum, içimizde sevgiyle besledigimiz bir çiçek gibidir. Kimimiz o çiçegi bilerek veya bilmeyerek soldurmaya çalissa da, kimimiz de sevgiyle besleyerek daha da buyuterek yasatmaya çalisiyor. Hiçbir memleket yoktur ki, bagrindan kahraman Turk kadini çikarsin. Sadece ve sadece Erzurum çikarmistir. Dadaslar diyarinda kadin kahramanlarimiz tarih yazmistir. Erzurum bugun kesfedilmeyi bekleyen bir hazineyse, bu o saydiginiz ve sayamadiginiz isimler sayesindedir. Hepsini sevgi, saygi ve rahmetle aniyoruz. Bu degerli mirasa ne kadar sahip çikabiliyoruz acaba? Erzurum tarih, kultur ve medeniyetler sehridir ancak, medeniyet’in gerisinde kalmis sehirlerden biri belki de birincisidir. Erzurum tarihiyle kulturuyle bir ummandir. O umman’i kurutmaya kimsenin gucu yetmez, ancak bir millet kendi kültürünü yeteri kadar tanitamiyor ve koruyamıyorsa o milletin yozlaştığı görülür. O eksik en buyuk boslugumuzdur ve anladim ki o bosluk aslinda insanin beyninde, kendi dolu tabagini gormeyen baskasinin bos tabagina bakar. Ne zaman ki sahip olduklarimizin degerini anlariz, iste o zaman Erzurum’da Erzurum’lu da sahipsiz kalmaz. çozum insanlarin kafasinin içindedir. Gorunen koy klavuz istemez… Hani derler ya, bir konussak derinden yer yer oynar yerinden. (Erzurum degerlerine sahip çiksa, sorunlari irdelese, herseye eyvallah demezse) Eksikler çookkk liste uzun. Ama kaleminizde yureginiz gibi mert. Kaleminize kuvvet. Tebrik ve tesekkurler…
Serap Durmazpinar Kuruhasanoglu / France
abı cok guzel bır yazı yazmıssınız yorum yapamıyorum bızlere ısk tutuyorsunuz tesekkurler.saygılar.