Arapça bir kelime olan “surre” kelimesi para kesesi, para çıkını anlamlarında kullanılır. Vaktiyle Harameyn’e (=Mekke ve Medine) gönderilen paralar, surrelerin (=keselerin) içine konulmaktaydı. Bu kelime zamanla terimleşmiş; mukaddes beldelerin ileri gelenlerine verilen hediyelerle, yine aynı toprakların fakir ve muhtaç kimselerine yapılan yardımları ifade etmek için kullanılmıştır. Surre; aynı zamanda Kâbe-i Muazzama’nın bakımı, onarımı, örtüsünün değiştirilmesi, mukaddes topraklarla alâkalı sıkıntı ve ihtiyaçların giderilmesi, hacı kafilelerinin yolculuklarının kolaylaştırılması ve yol emniyetlerinin sağlanması maksadıyla tertip edilmiş bir hac ve yardım konvoyudur. Kudüs’ün de sıklıkla bu yardımlardan nasiplendiğini ilave edelim. Gönderilen bu para ve mal varlığına “surre”, “surre”yi götüren kafileye “surre alayı”, Osmanlı padişahlarının gönderdiği surre alaylarına da “surre-i hümâyûn” adı verilir.
“Surre-i hümâyûn”da para ve altın dışında nadir bulunan kıymetli halılar, seccadeler, murassa avizeler, şamdanlar, paha biçilmez Mushaf-ı şerîfler, levhalar, puşideler (örtüler), gümüş perde halkaları, okkalarla buhurlar, ileri gelenlere hediye edilen sırma, elmas ve inci işlemeli kaftanlar, elbiseler, mücevher kakmalı kılıçlar, inci tespihler bulunur. Bu listeye hububat ve sair yiyecek maddeleri de ilave edilir. İsteyen herkes gönderenin ve alıcının isim ve adreslerinin de yazılı olabileceği para veya hediye çantalarını bu alaya dahil edebilmekteydi. Gönderilen surreleri alanlar zemzem, hurma, kına, ödağacı, yüzük gibi çeşitli malzemeleri mukabil hediyeler olarak gönderirlerdi. Bu şekilde karşılıklı hediye alış-verişi söz konusu olduğundan, uzak coğrafyaların halkları arasında bir gönül köprüsü kurulmuş olurdu.
Bilinen ilk surre alayları, Abbâsiler devrinde (750-1258) gönderilir. Eyyûbiler (1174-1250) ve Memlukler (1250-1517) bu geleneği devam ettirirler.
Osmanlılar; Peygamber sevgisinin bir yansıması olarak Hz. Muhammed’in soyundan gelen seyyit ve şeriflere büyük bir saygı göstererek, onların refah ve saadetini temin etme yolunda çaba sarf etmişlerdir. Sadece Peygamber soyundan gelenlere değil, Mekke ve Medine halkına da itibar etme, ikram ve yardımda bulunma hususlarında çok hassas ve cömert davranmışlardır.
Her şeyin en güzelini Haremeyn-i Şerîf’e lâyık gören Devlet-i Aliyye “surre alayları”nın en seçkinlerini hazırlayıp göndermeyi yaklaşık 400 yıl boyunca kutsal ve zevkli bir vazife haline getirmiştir.
Mekke ve Medine’ye “surre “ gönderen ilk Osmanlı padişahının kimliği hususunda kesin bir bilgi bulunmamakla beraber Osmanlı Devleti’nde ilk “surre alayı”nın, Yıldırım Beyazıt Han tarafından Edirne’den gönderildiği kabul edilir. Çelebi Sultan Mehmet’in “surre” gönderen ilk padişah olduğu bilgisiyle de karşılaşıyoruz. Fakat, bu surrenin ne zaman ve ne miktarda gönderildiği konusunda henüz yeterli bir malumata sahip değiliz. Bu yardımların gerçekleştiği yıllarda Osmanlı Devleti’nin şan, şeref ve itibarını yücelttiğini, siyasi bakımdan elini güçlendirdiğini ifade edelim.1517 Yılında Mısır’ı fetheden ve “Hâdimü’l-Harameyni’ş-Şerifeyn” unvanını alan Yavuz sultan Selim’den itibaren bu uygulama; belli kurallara bağlanarak, sistemli bir şekilde her yıl muntazaman devam etmiştir. Bu şekilde “surre alayları” resmi ve siyasi bir hüviyet kazanmıştır.
Osmanlı Devleti, “surre defterleri” adı verilen defterler tutarak, bu işi sıkı bir disiplin dahilinde yürütmüştür. Bu defterler incelendiğinde yardım dağıtılacak isim veya zümrelerin listelerinin önceden kayda geçmiş olduğu ve isimlerin çok hisse alandan az hisse alana doğru bir sıra halinde tertip edildiği görülür. Her ismin altında,o ismin alacağı “surre” miktarı kaydedilmiştir. Bu listelerde yer almak isteyen yeni kimselerin isimleri, gelecek sene surre alabilsinler diye “surre defterleri”nin arkalarına not düşülmüştür.
“Surre-i hümâyûn” denilen bu yardımlar; Haremeyn evkaf nazırı olan dârüssaâde ağalarının sorumluluğu altında hazırlanır. Genellikle alayın hazırlanmasından iki ay önce “Kaftan Ağası” denilen saray görevlisi yanında Mekke emirine hitaben yazılmış Türkçe bir padişah mektubu bulunduğu halde Mekke’ye doğru yola çıkar. Kaftan Ağası, Mekke emirine, Mekke, Medine ve Kudüs Şeyh-ül-Haremlerine, Mekke ve Medine kadılarına padişahın beş yüzer altınlık ihsanının yanı sıra birer hil’at (=Osmanlı padişahlarının gönül almak veya ödüllendirmek için bir kimseye giydirdikleri değerli kumaş veya kürkten yapılmış kaftan) götürür. Ayrıca emire iki top kumaş hediye eder.
İstanbul’dan “surre alayı”nın çıktığı gün dârüssaâde ağası tarafından yönetilen ve belli bir protokoler nizamı olan son derece ihtişamlı bir tören icra edilir ve bu vesileyle büyük bir ziyafet verilir. Bu esnada Kur’ân-ı kerîm ve naatlar okunur, kurbanlar kesilir, buhurdanlar yakılır, tehlil ve tekbirler getirilir, dualar edilir. Bu törenlere padişah, sadrazam ve diğer devlet adamlarının yanı sıra ilim adamları ve halk da katılır. Önceleri Topkapı Sarayı’nın Has Bahçesi’nde icra edilen bu tören, 1864 yılından itibaren Dolmabahçe Sarayı önünde yapılır. Recep ayının on ikisinde Üsküdar’a geçirilen surre alayı halkın coşkun sevgi gösterileri arasında yeni hediye katarları ve hacı adaylarının da iştirâkı ile Ayrılık Çeşmesi’nden Hicaz’a doğru yola çıkar. Surre Alayının salim bir şekilde yerine ulaşması “Surre Emini” adı verilen görevlinin sorumluluğu altındadır. Surre emini, törenlerin hemen akabinde İstanbul’dan ayrılır, emanetleri yerine teslim eder, Hac farizasını ifa ettikten sonra geri döner. Bu para ve hediye gönderme işine sadece padişah ve saray erkânı değil, isteyen herkes dahil olur. Develerin en güzel ve gösterişlisi Surre devesi olarak seçilir. Üzerine atlas üstlük konulan deve, alabildiğine süslenir. Devenin sırtına, altı kübik üstü piramit şeklinde bir “mahmil” konulur. Kıymetli hediyeler bu mahmilin içinde taşınır. Bu esnada mahmil-i şerîfi (= Kâbe’ye surre adıyla gönderilen para ve hediyelerin yükletildiği vasıta) yüklenmiş olan deve, Kubbe-yi Hümâyûn’da padişahın önünde dolaştırılır.
Surre Alayı ile gönderilen paraların bir kısmı devlet hazinesinden, bir kısmı padişahın şahsi mülkünden, bir kısmı padişah ve devlet erkânı tarafından vakfedilen Harameyn vakıflarının gelirinden, bir kısmı da özel bağışlardan karşılanır. Osmanlı Devleti, en zor zamanlarında bile kutsal topraklara yardım etme konusunda hiçbir fedakârlıktan çekinmemiştir.
“Surre-i Humâyûn” 1517-1864 yılları arasında deve ve katırlarla nakledilirdi. 1864 Yılından itibaren deniz yolu tercih edilir. Alaylar 1908’e kadar Üsküdar Paşakapısı limanı ve İzmir’den hareket etmişlerdir. Surre-i hümâyûn ve hac kafilesinin her türlü ihtiyacı menzillerde karşılanır, yol emniyetlerini sağlamak için tedbirler alınırdı. Yol üzerinde bulunan beylerbeyi ve sancakbeyleri surrenin emniyetini temin etmekle mükelleftiler.
Surre Alayı Haremeyn’e doğru ilerlerken, geçtiği yerlerde ihtişamlı törenler yapılır. Bu alay; surre hediyeleri yüklü yeni yeni katarlarla birlikte kalabalıklaşır ve yeni hacı adaylarının katılımı ile giderek büyürdü. .
Osmanlılar, Mısır ve Hicaz’a hakim olduktan sonra Kâbe’nin içini ve dışını, Mescid’i Haram’da bulunan makamları, Me’ser-i Şerîfi ışıklandıran büyük ve küçük lambaları, Kâbe’nin örtüsünü, kuşağını, perdesini, anahtarını, Mescid-i Nebevî’nin örtüsü ile diğer ihtiyaçların sorumluluklarını üzerlerine alırlar. Yavuz ve Kanunî dönemlerinde alışıldığı üzere Kahire’de dokunan Kâbe örtüsü, I. Ahmet devrinden itibaren İstanbul’da dokunmaya başlanır. Kâbe örtüsü sadece bir yıl kullanılır. Hacılar Arafat’a çıktıklarında eski örtü çıkarılır. Kâbe, kral, emir ve devrin büyükleri tarafından gül suları ve zemzemle yıkandıktan sonra yeni örtü törenle asılır. Bu örtüyü çevreleyen kuşak üzerine, o örtüyü gönderen padişahın adının işlenmesi âdettendi. Osmanlı döneminde Mekke emiri yeni örtüler yerine konduktan sonra eski örtüyü İstanbul’a yollardı. Bu örtüler, kara yoluyla Üsküdar’a getirilerek oradan Eyüb’e naklolurdu. Hz. Halid’in türbesinde halkın ziyaretine açılır, sonra âlimler, şeyhler ve devlet büyükleri tarafından tehlil ve tekbirlerle Topkapı Sarayı’na getirilerek, Hırka-i Saadet dairesinde saklanırdı.
Bugün bu eski örtü Beyt-ül-Mâl’a teslim edilmektedir. Mekke emiri, Beyt-ül-Mal’a teslim edilen bu örtüyü satın almakta, tek tek parçalarını devrin büyüklerine hediye etmektedir. Küçük parçalar da Kâbe bekçileri tarafından bazen halka dağıtılmakta, bazen de satılmaktadır.
Dinî, sosyal, ekonomik, siyasi ve psikolojik boyutları olan bu uygulama; kültür tarihimizin önemli bir parçasıdır. Sadece tarih kitapları yoluyla değil; çeşitli sanat eserleri vasıtasıyla da gündemde ve canlı tutulmalıdır. Bu âdet, samimi bir dindarlığın, hadsiz hesapsız bir Peygamber sevgisinin yansıması olup; en uç noktadaki bir gönül zenginliğinin tezahürüdür. Bu itibarla farklı kanallardan işlenmeyi; zamanın tozlu raflarından sıyrılarak; gün ışığıyla ve kamuoyuyla buluşmayı hak etmektedir.
Hocam ellerinize sağlık, yazınızla yine bizi feyizlendirdiniz..