Bazen hissettiklerimin gerçek yaşamla arasındaki bağlantılarına bakar ve geçmişin geleceğe uzantısında benliğime o kalın sicimlerle bağlanmış sabit ve değişmez huylarımla savaşırım.
Galibi veya mağlubu olmayacağım bu iç savaşım, belki ömrümü tamamlayacağım güne kadar beni meşgul edecek…
Adını dahi koyamadığım bu korkularım, bende bir kalıntı gibi kalacak…..
Ve kaderimle yüzleşmem olacak….
Beni bu tür yüzleşmeye zorlayan meziyet korkularım mı? değil,
Yaptığım büyük günahlardan veya küçük günahlardan mı değil….
İlgisiz, alakasız bir hayat yaşamım mı hiç değil….
Üzerime tozan olarak yağan kar gibi….
Doğduğum şehrin buz tutan havası gibi.
Donmak üzere iken vücudum ısınacak bir soba karşısındaki ısınma antremanları yapma çabalarım…
Beni zorlayan o korkularım belki bu kadar çok güçlü tutan şeydir gibi görüyorum…
Beni anlamak sizin için yabancı olsa da, benim için yaşanmış olmamın gerçeğidir.
Bu kadar bende iz bırakan. Şehrin soğuk yüzü, benim doğduğum evin penceresi gibi,
şehri severken, soğuğu ile üşümenin gelecekteki ısınma heyecanını bozacağı bir bağbozumu gibi…
Bu kaygılarımın, gerçek yaşamla, içimdeki kalıntıların bir mükayesesini yapıyor olmam gibi.
‘Ama’ların, ‘keşke’lerin yaşanmadığı bir hayat gibi…
Belki de hayalimdeki gerçeklerle yüzleşmeme de neden olanlar gibi…
Soğuk şehrin, sıcak insanları ile yaşamak….
8 Ay kışın yaşandığı, bazen yaz aylarını görmeden tekrar kışa hazırlıkların başladığı,
karlı, soğuk, buz tutan bir şehirde yaşamak… ne kadar güzel veya ne kadar kötü olabilir ki….
Yaşam her yerde devam ederken benim şehrimde de devam ediyor her zaman. İnsanlar oralarda da doğuyor, büyüyor, yaşıyor ve ölüyor…
Bu yaşam hikayesi…. işte en güzel yanı da bu olsa gerek….
Bir yerde başlıyor, bir yerde bitiyor….
Bittiği yerde başka bir hayatın sonsuzluğa kadar gitmesi gibi….
Doğduğun topraklarda yaşamak, hem de hür ve özgür…
Doya doya, her çilesi güzelliklerle dolu hayat….
işte memleket sevdasıyla kavrulmanın tanımı da bu olsa gerek…
Tedirginliğimi yaşamım boyunca hissedeceğim bir hayat hikayesi…
İçerisinde korkularımla bende bir rol alıyorum…
rolde benim ailem ile olan hikayem gibi….
Zaman zaman gözümün önüne geldiğinde o günleri yaşarmışcasına korkuyorum…
Her ne kadar üstünden yıllar geçmiş olsa da bu korkularımın yüzleşmesini dahi kendime kabul ettiremiyorum…
Toprak bacalı, taş duvarlı 98 metrekare bir ev içerisinde 10 nüfusun yaşadığı, suyunu dahi mahalle çeşmesinden taşımanın sıkıntısıydı belki beni bu kadar tedirgin eden…
Korkularım, belki de İlkokul derslerimin bu toprak kokan evde elektriğin olmadığı gaz lambasının cılız ışığıyla, ekmek tahtası üzerinde ders çalıştığım o çilekeş hayatımızdı.
Kapağını naylonla kapladığım onlarca defa silip tekrar derslerimi yazdığım….
Yüzleşmem, yoksulluğun yıpranmış defterini, yırtılma korkusunu yaşadığım sayfalarında gizlidir belkide… .
Her yağmur yağdığında toprak bacadan odanın içerisine akan damcılardı beni rahatsız eden….
Evdeki tüm tencere ve taslarla akan yağmur suyunu tutma telaşı…. Bana inat, tam da ders çalışırken başlayan yağmur…., Defterlerimin damcıdan ıslanmasın diye yatağın altında ders çalışma savaşımdı beklide bu gerçeğe inat….
Sabahları okula gitmek için o buz tutmuş odada başını yorgandan çıkartmaya üşendiğim…
Her defasında okula gitmenin mecburiyeti ile titreye titreye o yataktan kalkışımdı…
Buz gibi olmuş elbiseleri giyerken soğuğun şoku ile uyanmanın acısıdır belki de beni rahatsız eden…
Ama yokluk öyle bir illet ki yaşadığını unutturmayan bir gerçek…
Her defasında korkularının yüzüne her an çarpacağı ansız bir tokat gibidir…
Yaşarken dönüp bakmadan korktuğun veya utandığın, ama her defasında o günü yaşadığının bir gerçeğidir seni rahatsız eden…
Benim ailem, gururla, onurla sahiplendiğim….
Yokluklarla yaşanmış ama her devresinde güzel bir hayat dersi bırakmış, bir ailem…
Kopuk kopuk hatırladığım o evdeki mutlu günlerimiz….
Babamın aneminle başlayan bir süreç….
Ağabeylerim, ablamın birlikteliklerinden doğan bir yuva….
Ne acılar, ne tatlı günler yaşanmış…
Bana yabancı, bana uzak….
Çün kü ben en küçük….
Bunları anlayamamış, yetişememiş, büyüyememiş….
Bazende anlatılanlara inanma gibi bir sığıntı içerisine sıkışıyorum…
Ama gerçeklerin beni hangi zamanlara götüreceğini bilemediğim bir yolculuk…
Bana yabancı, puslu bir resimde simalarını seçemediğim kişiler beliriyor o pencerede…
Soramadığım ve hatırlayamadığım şeylerin korkusu ile yaşıyorum…
Bir aile var tamda 10 kişilik….
Hiç bir zaman birlikte olamadığım ailem….
hayatımın her devresi noksanlıkla geçen….
İçimde yaşayamadığımın hıncı……
Her geçen günde eksilerle devam eden hayat….
Kayıplara bir yenisi daha ekleniyor….
Dün tamda 10 kişiydik…….
Bu gün parçalanmış kopmuş dağılmış 4 kardeş…
Birbirinden habersiz….
Haberi olsa da önemli olmayan bir varlık…..
Varlığın dahi önemli olmadığı bir kardeşlik….
Benim korkularım bu olsa gerek…
Sadece lafta kardeşlik,
Egoların, menfaatlerin, kıskançlıkların, büyüklük, küçüklük, varlık, yoklukların altında ezilmiş, kardeş duygularının kör ettiği bir hayat…..
Silinip gitmeye yüz tutmuş bir aile….
Uzakta bir köy var misali
çocuklarımızın dahi, tanıyamadığı, bilmediği ama o bağ bizim bağımız misali….
Oysa başlarken bu aile hayata
Ne umutlar ve ne hayallerle atılan bir aile temeliydi babamda hasıl olan…
İlerlemiş yaşına rağmen elinden düşürmediği, bütün sermayesi bir badana fırçası ile, birde yağlıboya fırçasına yüklediği ömrü…..
Sırf çocukları için hayatını adamış o koca adam,
benim babam….
Bir değil, iki değil, üç değil, tam sekiz çocuğun nafakası için koşan bir adam.
Bir çocuğunun evliliği için hazırlık yaparken, bir çocuğunun doğumuna kavuşmak için hayat mücadelesi veren babam….
Bu kadar çok çocuk istemesi, belki kendi kaderindeki anasız, babasız, kardeşsiz, yani kimsesiz büyümenin hırsıydı….
Bu ailenin çok çocukları olmalıydı… Kendi yalnızlığına inat çok büyük bir aile kurmaktı belki hayali…. Düşünmedi belki bu çokluk nasıl yaşayacak…
Rızkı veren Allah doyurur ve büyütürdü…..
Öyle yaptı zaten….
Dönüpte arkasına dahi bakmadı…
Yetim büyümenin verdiği duygusallıkla evine ve çocuklarına olan sadakat vardı yüreğinde….
Sevgi bağları ile asıl yükümlü olduğu sorumluluklarını çocuklarına ağır yük olarak görüp vermeyen adam… veya vermek istemeyen….
duygusallıkla hayatının her döneminde kendisine yardımcı olmayan çocuklarının sorumsuz tavırlarını da görmezden gelen bir baba….
Aslında az buçuk palazlanıp, kendini hür bir kuş gibi gören, evden uzaklaşırsa başka bir yaşamın gizemli dünyasında daha güzel yaşama dürtülerini hızlandıran, her defasında da bulunduğu durumdan şikayetçi olan çocuklarının pembe hayalleri…
Kim bilir kaç kez yankılandı o toprak evin duvarlarında…
Sorumluluklarını bu evden uzaklaşmakta arayan kardeşler….
Belki hayatları boyunca kalsalardı nasıl olurdu sorusunun yanıtını dahi öğrenemeyen babam….
Anlamamanın verdiği hüzün…..
Çocukları için hıçkırıklarla ağladığına şahit duvarlar…..
Ya annem, şansız ve çilekeş annem…..
Tam sekiz çocuk, belki bu kadar çok çocuğu olmasaydı,
43 yaşında elveda ettiği bu güzel hayatın tadını doya doya çıkaracaktı.…
Çocuklarının mürüvvetini dahi tam yaşayamamış bir anne,
genç yaşta hastalıkla mücadelede yenilen taraf olmasaydı belki de içimde ukte kalan.…….
Bu kadar çocuğun yükümlülüğü kaldıramamış bedeni, ansızın hastalanmış….
Bu kadar yüke 43 yaşında yenik düşmek …
İşte hayatımın başladığı tam bu noktadan geçen süreç…
40 yıl…..
Anlattıklarımın yanında hiç kalan, çar çabuk geçen bir hayat….
Zorlukları ve meşagatleri de olan bir süreç…
Belki bir ders almışcasına düzenli yaşamaya çaba gösteren bir baba…
Yani ben…
Şimdi nöbet değişikliğinin ayrımında hızla ilerliyorum…
Hem de bir aile çatısı altında…
Benim çocuklarım çok şanslı…
Onların anne ve babaları yanıbaşlarında…
Başları ağırdığında hemen koşacak yanlarına …
Canım-cicimlerle sarmalayan şevkat elleri var arkalarında……
Her zaman nöbette olacağız…
Tıpkı babam gibi….
Gün gelince nöbet onlara geçecek
Belki onların çocuklarına anlatacakları hikayeleri de olacak…
Ama bizim hikayemiz gibi olmayacak..
Tesadüfen okudum yazıyı.. Hani bir bakayım bu yazar ne yazmış gibisinden… Duygulandım.. Yazar kendi hayatıı özelinde bir çok Erzurumlunun hayatını özetlemiş aslında. Duygu yogunluguyla yazılmış uzun bir yazı. Emeğine ve yüreğine sağlık sayın yazar.