MENÜ ☰
ATA-AÖF’te Sınavsız İkinci Üniversite Ön Kayıtları Devam Ediyor
Büyük Erzurum Sofrası
Erzurum Haber Gazetesi » Yazarlar » TÜRK FİLOZOFU FARABİ
Belkıs Altuniş Gürsoy
Belkıs Altuniş Gürsoy
Tüm yazıları için tıklayınız.
TÜRK FİLOZOFU FARABİ


Bu kısa tanıtma yazısı ağırlıklı olarak Prof. Dr. Fahrettin Olguner hocamızın “Fârâbî” adlı kitabından yararlanılarak kaleme alındı. (Fahrettin Olguner, Fârâbî, Akademi Kitabevi, İzmir 1993, 179s)

(Alanında kilit taşı olan bu büyük ismi, titiz ve vukuflu bu çalışmayla Türk okuyucusuna (eser Japonca’ya da çevrilir) tanıtan bu eserden yola çıkarken sürçü lisan ettiysek saygıdeğer hocamızdan özür dileriz.)

Bir Türk filozofu olan Ebu Nasr Mehmed bin Mehmed bin Tarhan bin Uzluğ el-Farabi; Türklerin ana yurdunda yer alan Farab şehrinin (Farab, Seyhun ve Ceyhun ırmaklarının arasında kalan ve Maveraünnehir diye adlandırılan bölgede bulunan Orta Asya’daki önemli bir yerleşim merkezi) Vesic kasabasında takriben M.870 (2?)tarihinde dünyaya gelir.

İlk eğitimini Vesic’te tamamlayan filozof; Taşkent, Semerkant, Buhara gibi şehirleri görüp gezer. Kadılık-hâkimlik görevini ifa eden Farabi, Aristo’nun kitaplarını okuduktan sonra felsefeye merak sarar. Bağdat’a giden genç ilim adamı, bir taraftan felsefe ve mantık, bir taraftan da Arapça gramer dersleri alır. Bu kültür merkezinde devrin önemi ilim adamları ile bilgi alışverişinde bulunarak vakit geçirir. Suriye, Halep ve Şam’da bulunur. Hamdâni’lerden emir Seyfüddevle’den iltifat ve himaye görür. İyi bir gelir seviyesine kavuşmuş olmakla beraber mütevazı şartlarda hayat sürer. Dönemin önemli bir ilim havzası olan İskenderiye’ye de giden Filozofumuz M.950 (1?)tarihinde Şam’da vefat eder. Kabri bu beldedeki “Küçük Kapı Mezarlığı’ndadır.

Farabi, İslam öncesi Türk kültür hayatından izler taşıyan İslami Türk kültürü dairesi içinde yetişir. İslamiyet öncesi Türk kültüründe Üniversalizm ve Buddhisme önem taşır. Üniversalism; milat öncesi yıllara dayanır. Bu anlayışa göre canlı ve cansız bütün varlıklar; kozmik bir sistem içinde birleşir. Her insan bu bütünün bir parçası olduğundan ancak bu bütünle birleşerek bir kompozisyon teşkil ettiği takdirde bir değer ve önem taşır.

Miladi yıllarda Türkler arasında Budizm yaygındır. Budizm’de “Burkan” adı verilen rahipler; insanları mistik bir hayata çağırırlar. Ayrıca canlı cansız hiçbir mevcuda zarar vermemeyi ve başkaları için kendini feda etme derecesinde fedakârlıkta bulunmayı telkin ve tavsiye ederler. Kişi ancak bu yolla sonunda “nirvana”ya(= İstek ve arzuların bitmesi ile birlikte ıstırap da biter. Bu suretle bir iç huzuruna ve aşkın bir mutluluk duygusuna erişilir) ulaşabilir.

M.840 Yıllarında İslam dini Farabi’nin vatanında dal budak salmaya başlamıştır. İslamiyetin koyduğu temel prensipler; hızla yayılıp benimsenirken ilim ve kültürün kaynağı olan eserler de süratle tercüme edilmeye çalışılır. Bu dönemde İlk Çağ Yunan felsefesi İran içlerine kadar yayılır. Bu bilgi hamulesi çeşitli Hıristiyan gruplar ve bilhassa Süryaniler vasıtasıyla Farab’a kadar uzanır. Yine Farabi doğduğu topraklarda yaşadığı süre içerisinde Antik Yunan düşünce ve kültürü ile karşılaşır. Filozofumuz çok genç yaşlarda bu kadim muhteva ile yüz yüze gelir.

Farklı tecrübe ve birikimlerin kaynaşması sonucunda ortaya çıkan fikir silsilelerinin çeşitli cephelerden yorumlanması “Akılcı kelam” (=rasyonalist teoloji) dediğimiz akımı doğurur. Bütün bu yorumlar ve farklı bakış açıları şöyle bir sorunun ortaya atılmasını sağlar: “Din ile akıl birbirinden ayrı hatta birbirine zıt iki ayrı alanı mı oluştururlar. Din ile akıl uzlaştırılabilir mi?” İşte Farabi, bu cinsten soruların harman olduğu bir felsefi atmosfer içinde yetişir.

Antik Çağ Yunan filozofu Aristo’nun; mantık alanını derleyip toparlayarak müstakil bir disiplin hâline getirdiği kabul edilir. Düşünce tarihinde “Muallim-i evvel”(=ilk hoca) adıyla bilinen bu usta isimle hallihamur olan filozofumuz, kendi dönemine gelinceye kadarki bütün tefekkür halkalarının içinden geçmekle kalmayarak; onları yeni ilavelerle zenginleştirir. Aristo mantığında yer alan “benzetme (analoji) konusunu daha geniş kapsamlı olarak ele alan filozofumuz; mantığı İslam medeniyeti içine yerleştirerek köklü bir sistem hâline getirir. Bu alanın terimlerini İslam medeniyetinin ortak dili olan Arapça’ya kazandırır.

Felsefenin ana problemlerinden bir olan “varlık”, “varlığın ortaya çıkış”ı ve “varlık kademeleri” konusunu ele alır. İnsanın “bedeni” ile “fizik dünyayı”, “akıl ve ruhu” ile de “fizik ötesi âlemi” temsil ettiğini ifade eder. Bu anlayışa göre İnsanın hayattaki asıl gayesi bedenini aşıp fizik ötesi âleme yükselerek “yüce mutluluğa” ulaşmaktır.

Bilgi ve ahlak felsefesi konusunda da fikirler serdeden Farabi, insan bilgisinin sınırlarının bu görünen âlem ile kayıtlı olmadığını dile getirir. İnsanın ancak bilgi yolu ile metafizik âleme ulaşabileceğini ifade eder. Farabi burada insanı saadete götüren yolların sınırlarını çizer. O, insana ve cemiyete “faziletli” sıfatını kazandıracak olan asıl unsurun gerçek gayeye dolayısıyla gerçek mutluluğa erişmek olduğunu söyler.

Ona göre insanın gerçek gayesi Allah’ı ve ilk prensipleri bilmek ve bu yolla “akıl âlemi”ne ulaşmaktır. Bu gayeyi gerçekleştirebilen insanlara “faziletli insan” denir. Akıl âlemine erişen insan için iki dünya mutluluğu da mümkündür. Bu gayeye ulaşabilmek için de yaradılışça yüksek meleke ve kabiliyetlere sahip bir melik, hükümdar, başkan veya yöneticiye ihtiyacın olduğunu ifade eder. Burada “bu yöneticinin emir, talimat ve tavsiyeleri halk kitlelerine nasıl ulaşacaktır” hususu akla gelir. Bunun cevabı ise şu yolla verilir. Yöneticiye yakın olan kimseler, yukarıdan aşağıya doğru kademe kademe bu bilgileri kitlelere mal edecekler, sadece mal etmekle kalmayıp hayata geçirilmesi içinde çeşitli metotlardan yararlanacaklardır. Faziletli bir devlet ve cemiyet sağlıklı bir beden gibidir. Cemiyetteki fertler, farklı farklı yapıda olduklarından yola gelmeyen gruplar olacaktır. Farabi, nizamı bozan, huzuru engelleyen bu kimselerin cezalandırılmasını ister.

Üstün nitelikli bir yönetici bulunamadığı takdirde her biri erdem sayılabilecek özelliklerin ancak bir kaçına sahip olan kimselerden teşkil edilmiş bir meclisin yönetime hâkim olması gerektiğini savunur. Bu “örnek önder”lerin biri veya bir kaçı ayrı ayrı yerlerde veya bir arada bulunabilir. Burada bir demokrasi modeli çizildiğini ifade edelim. Bu demokrasi; birçok faziletin kaynağı olarak görülür. Bu seçkin yönetici veya yöneticilerin koydukları kanunlar zamanın ve zeminin şartlarına göre yeniden ele alınıp değiştirilebilir.

Farabi “hezarfen” (=bin ilim) denilen cinsten bir ilim ve felsefe adamıdır. Yani branşlaşmanın olmadığı o zamanlarda devrinin birçok ilmini tahsil ederek yetişmiştir. Matematik, fizik, musiki, astronomi, felsefe gibi çeşitli alanlarda söz sahibidir. Farabi’nin matematiği Rönesans’ın meşhut sanatkârı Leonardo de Vinci’nin matematiği ile karşılaştırılmıştır. Ayrıca onun matematik bilgisi, musiki alanında uygulama sahası bulur. O, sesin ahengini matematik hesaplarla ölçer. İslam dünyasında musiki nazariyatı sahasında etkin bir isimdir. Fizik ve fizyoloji bilgisini bu alana aktaran Farabi, “kemençe”nin ve “”Horasan tanburu” denilen musiki âletlerinin gamını inceler ve bu gama yeni ilaveler yapar. Sadece teorisyen değil, iyi bir icracı ve bestekâr olan Farabi, “kanun” denilen enstrümanı icat eder. “Büyük Musiki Kitabı”nı kaleme alır.

Pozitif ilimler konusunda da “impetus-atalet-eylemsizlik” ve boşluğun yokluğu” prensibini ortaya koyar. Bacon, bu ikinci prensipten üç yüz yıl sonra Farabi’nin ”Bu Boşluk Üzerine” adlı makalesinin Latince tercümesinden yararlanarak kendi teorisini kurar. Farabi’nin ideal devlet fikrinde yer alan tüzel kişilik kavramı günümüz hukuk sisteminin en önemli kavramlarından birini teşkil eder. Onun birçok fikri asırlar sonra yeniden ses getirecektir. Bu vadide Thomas Hobbes (1588-1679), Montesquieu ((1689-1755), Emile Durkheim (1858-1917), Gazali (1058-1111), İbni Haldun (1332-1406))gibi birkaç isim örnek olarak zikredilebilir. O’nun “Tecrübi psikoloji” alanına kattıkları ise İbni Sina, Gazali, Pascal gibi pek çok önemli ismi etkilemiştir.

Farabi, İslam dünyasında ansiklopedi geleneğini kuran insandır. “İlimlerin Tasnifi“ adı ile kaleme aldığı bu eserin açtığı çığırdan önce İhvan-üs sefâ sonra da İbni Sina yürürler. Bu eser, 12. Yüzyılda Klasik Latince’ye, 14. yüzyılda İbranice’ye çevrilir. Daha sonra diğer Avrupa dillerine aktarılır. Başta Bacon olmak üzere Rönesans’ın temsilcileri bu eserden yararlanırlar.

Ayrıca İslam medeniyetinin ortak dili olan Arapça’ya bir felsefe dili olmak hüviyetini kazandırır. Mantık onun elinde klasik mantık olur. Hakikatin tek olduğu fikrinden hareket eden Farabi, ilim-felsefe-din arasındaki uzlaşmayı sağlar. Hakikate giden yolları gösteren bu üç sahanın aralarında herhangi bir çatışma söz konusu değildir. Ayrıca gayeleri ve sonuçları itibariyle de aralarında bir fark da yoktur. Miladi 4. asırda Batı’da felsefenin resmen yasaklanmış olduğunu düşünülürse bu bütünleyici değerlendirmelerin ne ölçüde önemli olduğu daha iyi anlaşılır.

Tekrar edelim: Nasıl İngiliz filozof Alfred North Whitehad (18 şubat 1861-30 aralık 1947) bütün bir Batı felsefesi tarihinin Eflatun’a (Platon) düşürülen dip notlar olduğunu söylerse pek çok İslam düşüncesi tarihçisi de Farabi’nin İslam felsefesi alanında temel bir başlangıç referansı olduğunu ileri sürerler. Farabi hikmeti yani temel felsefeyi tarihin bilinebilen ilk dönemlerine kadar götürür. Ve onun sürekliliği üzerinde durur. Asya, Mezopotamya, Mısır ve Yunan’da ortaya konan hikmet birikimi İslam’ın nuru ile aydınlanarak İslam düşüncesi hâlinde işlenmeye devam eder. Farabi’nin bu tutumu İslam felsefesinin evrenselliği ve devamlılığı bakımından önemlidir. Farabi bir Türk düşünürüdür. Ortaya koyduğu hikmetin eski Türk düşünce iklimiyle de alakası vardır. Bu seviyede yüksek bir devlet felsefesi vücuda getirmiş olmasında bu hususun payı büyüktür.

📆 08 Aralık 2014 Pazartesi 11:28   ·   💬 1 yorum   ·   ⎙ Yazdır

“TÜRK FİLOZOFU FARABİ” için bir yanıt

  1. Ayten Aydin dedi ki:

    Farabi’nin fikirleri ve din anlayisi sanirim, bilerek veya bilmeyerek Nietzsche yi de etkilemis ve onun felsefesinin bazina oturmasina ornek olarak ‘Zerdust boyle der’ eserine de ruh vermis olabilir. Onun savundugu insanin hem maddi ve hem de manevi degerleri butunlestiren bir butun organizma oldugu uzerine dayanan fikirleri ne kadar da Farabi nin felsefesinin izlerini tasiyor. Boylece de insanin aklinin ve duygularinin bir ahenk icinde yasamini etkilemesinin dogalligini savunmus olmuyor mu? Ayrica eski yunan trajedilerinin ele aldigi isani meselelere de deginmis olmuyor mu? Gunumuz icin son derece aydinlatici bir yazi olmus. Umarim cok kisi tarafindan ve de ice sindirerek okunur. Belkis hoca yi bu derin ve uzun atimli secimi icin tebrik ederim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

ERZURUM'DA HAVA

ERZURUM
Esentepe Avrupa Konutları
YENİ SAYI

YAZARLAR

RÖPORTAJLAR

ANKET

Üzgünüm, şu anda etkin anket yok.

BAĞLANTILAR