Erzurum Kız Lisesi, Havuzbaşı’ndan Üniversiteye doğru dönen kavşaktan iki yüz -iki yüz elli metre uzaklıktaki bir mesafede yer almaktaydı.Yola nispetle içeride kalmış bulunan bu yeni ve tipik okul binasına, ancak uzun bir girişten sonra varılabilirdi. Okulun yatılı öğrencileri barındıran yatakhanesi, ana binanın arkasındaki ikinci bir bina şeklinde tanzim edilmişti.
Okul müdürümüz Saniye Önal’dı. Aslen Hasankaleli olan bu idealistve işinin ehli yöneticiye saygıyla karışık bir korku beslerdik. Ömrünü mesleğine adamış olan bu hoca hanım; İstanbul’daki öğrencilik yıllarında Halide Edip hanımın öğrencisi olmuştu. Kısa boylu, ilkeli ve otoriter “Sinekli Bakkal” yazarı ile saniye Hanım tavır olarak benzeşir miydi? Doğrusu ben hayalimde benzetmiştim. Saniye hoca; bir gün liseden okul arkadaşı bir avukat beyefendiyle karşılaşır: Arkadaşı ona “daha evlenmediniz mi?” Diye sorar. Hoca Erzurum ağzıyla “gözüz çıha, toprah başıza, kimiz bacı dediz, kimiz gardaş, kimiz abla, almadız beni evde koyduz şimdi de utanmadan evlenmedin mi diye sorirsız” cümleleriyle şaka ile karışık sitem eder. Lise sonda bir derste Saniye hocaya “Dadaizm hakkında bilgi verir misiniz?” diye sormuştum. O da “Altuniş her rengi işlediniz fıstık yeşili kaldı” diye cevap vermişti.
Okul, çok disiplinliydi. Kılık kıyafet ve davranış konuları tavizsizdi. Konulmuş kurallar dışına çıkılmazdı. Etek boyları diz altı, saçlar kısa ise kulak hizasında, iki yanda örük ise en az beş boğum olmak durumundaydı. Siyah kalın çoraplar inceltilmeyecek, önlük kemerleri bol bırakılacaktı. Bayrak törenlerinde sokakta gülüp söylemememiz,sağa sola bakmamamız tembih edilirdi. Her sabah okula geldiğimizde muavinve nöbetçi öğretmenlerin koridorda dizilmiş olduklarına şahit olurduk. Bu zaruri resmi geçitlerde kusur arayan gözlerin tahakkümü altında kalırdık. Öğretmenler; giyimi, saçı usulsüz olanları, görünmez ölçüde de olsa makyaj yapanları döndürür, eteklerini söker, saçlarını uzunlu kısalı keser ya da soruşturmaya alırlardı. İlkokulda da her hafta tırnak ve mendil kontrolü vardı. Yaka ve kurdelaların temiz ve kolalı olması ise mecburiydi. İki elimizi temiz ve ütülü mendilimizle birlikte yan yana sıranın üstüne koyarak yoklamadan geçerdik.
Havuzbaşı’ndan Hastahaneler Caddesi’ine inen yolun başlangıcında solda tarihi Erzurum Lisesi mevcuttu. Öğrencisinin ekserisi erkek olan bu lise ile Kız Lisesi’nin giriş ve çıkış saatleri hiçbir surette mensuplarını karşılaştırmayacak şekilde düzenlenmişti. Komşu liselilerin yolları asla kesişmesin diye her türlü tedbir alınmıştı.
Rahmetli Erendiz Dalmızrak; kimya hocamızdı. O; öğrencisi ile iyi iletişim kurabilen, nezaket ve saygı çerçevesinde sınıfta otorite sağlayabilen başarılı bir öğretmendi. Her halûkârda öğrencisini kayırdığı hissedilirdi. Letafet Öztek (Baydar), Recep Songün, Cemil Aygen, Gonca Güldürre Havva Öztaş, Mukaddes Coşkun, Ülkü hanım, Nadide Hanım , Necla Özçelebi, Celal Altun, Kadriye hanım, Filiz Keser, Fidan Türkmen, Özcan Türek, Gülden hanım, Güler hanım, Seyyit Tunç,Tülin hanım, Kadir Bey (felsefe), Nadir Bey (felsefe) öğretmenlerimizdi. Tıpkı önceki okullarda olduğu gibi burada da dayak, azar ve hakaret çok yaygın olarak geçerliydi. O haftanın ders konusuna çalışmamış olan, tahtada problem çözemeyen, derste sıra arkadaşıyla konuşup gülen öğrenciye kimse Allah yarattı demezdi.
Lise birinci sınıfta Nurettin Seçkin’in coğrafya kitabı okutuluyordu. Bu kitabın baskısı piyasada bulunmuyordu. Ne kadar aradıysak da bu eseri elde edemedik. Sınıfta iki üç arkadaşımızda olan bu ders malzemesi; neredeyse kutsal bir eşya hüviyeti kazanmıştı. Bizler ders aralarında ve öğlen teneffüslerinde o nadir kitaptan ilgili konuları yazmaya gayret ederek bir kazaya uğramamaya çalışıyorduk. Bir coğrafya dersinde hoca,“çıkarın kağıtları yazılı yapacağım” dedi. Bir arkadaşımız “hocam yazılı yapacağınızı söylememiştiniz” demek gafletinde bulundu. Gerçekten de hiç birimizde böyle bir bilgi mevcut değildi. Hoca, hışımla öğrenciden tarafa yürüdü. Bir arkadaşımızın sırasından kaptığı kıymetli coğrafya kitabını, var gücüyle arkadaşımızın başına indirirken sayfalar bir bir dökülüp yerlerde uçuşmaktaydı. Bizler; bu öfke patlamasına muhatap olan gariban arkadaşımıza mı yoksa kitaba mı acıyacağımızı bilemedik.
Yerli yersiz haklı haksız dayak yiyen, hakarete ve azara boğulan bir hayli arkadaşımız vardı. Bu sebepten okulu terk eden kız çocuklarının adlarını esefle hatırlarım.
Bu okulun kütüphanesi henüz yeni yeni kurulmaktaydı. Ne yazık ki bir kütüphane memuru da yoktu. Lise son sınıfta teneffüs ve öğle aralarındaki serbest zamanlarda bu mekânın sorumluluğu bana verildi. Bir çok kitap bu vesileyle elimden geçti. Bu küçük ama şirin mahaldeki Epiktetos okumaları ise beni can evimden vurdu.
Felsefe hocalarımız bizim için yeni ve farklı dünyaların kapılarını açıcı oldular. Bilhassa Kadir Bey, öğrenci üzerinde çok etkiliydi.
Dersler ağırdı. Öğle teneffüsleri dahil devamlı çalışmak gerekirdi. Bazı öğrenciler arasında gizli veya aşikar bir rekabet duygusu vardı. En iyi notları almak, ortalamayı yüksek tutmak adına geceler de gündüze dahil edilirdi.
Lise birinci sınıfta tarih dersi öğretmenimiz, yazılılarda cümle kurmayı yasaklamıştı. İki veya daha fazla topluluk arasındaki savaşlar çarpım işareti ile gösterilecek; çarpımın üstüne savaşın yılı, altına da yeri yazılacaktı. Antlaşma maddeleri de iki üç kelimelik cümlecikler hâlinde sıralanacaktı. Bir kâğıttan fazla kâğıt kullanmak yasaktı. Anlaşılan öğretmen kâğıt okuma zahmetini en aza indirme çabası içinde idi. Bu durumda da tarih konularından formüller çıkarmaya çalışmak ve bu formüller çerçevesinde ders çalışmak işi başa düşüyordu. Bir yazılıda bir arkadaşımız korka korka parmak kaldırarak “öğretmenim, acaba diğer bir kâğıda sadece tek bir formül yazabilir miyim?” demek cüretini gösterdi. Öğretmen iğrenç bir şeye dokunuyormuşçasına baş ve işaret parmaklarının uçlarıyla öğrenciyi omuzundan tutarak tahtaya doğru sürükledi. Sınıfa hitap ederek; “ bakın, bu basit görgüsüze, ikinci bir kâğıdı istemek küstahlığında bulunuyor” dedi. Sonra da arkadaşımızı“dışarı çık, bir daha da gözüme görünme” tekririyle kapı dışarı etti.
Lise birinci sınıftaki bir edebiyat dersinde öğretmenimiz;
”Bir bakış bir bakışa neler neleanlatır,
Bir bakış bir âşığı senelerce ağlatır”
mısralarını okudu. Bir arkadaşımız “öğretmenim ağlatan bakış olur mu? Öylesini ben hiç görmedim” dedi. Öğretmen “bekle görürsün yavrum, bir gün görürsün” diye cevap verdi.
Bu edebiyat derslerindeDivan şiirinin zevkine vardık ve aruz kalıplarını öğrendik. Her birimiz kolayca kalıpları bulabilecek ehliyeti kazandık.
Öğretmenlerimiz idealisttiler. O yıllarda öğretmenler maaşlarının azlığını protesto etmek maksadıyla Türkiye genelinde birkaç günlüğüne işi bırakma eylemi gerçekleştirdiler. Bir iki istisna dışında bizim hocalarımız derslere girdiler. Zaten boş geçen dersimiz hiçbir zaman olmadı. Öğretmenler vaktinde sınıfa girer vaktinde çıkarlar; derslerin de hakkını verirlerdi.
Dayak, azar ve hakaret bahisleri asla savunulamazsa da bu okul; ağır eğitim ve katı disiplini esas alan kaliteli ve ciddi bir eğitim kurumuydu. Belki de o disiplin sayesinde bir çok genç insan sonradan acı ve pişmanlık duyacağı gençlik hatalarına düşmekten korundu. “Tavında dövülen demir” gibi kıvam buldu.
Günümüzde “özgürlük” teranesi altındaki serbest ve rahat havanın okullarımızı ne hâle getirdiğinive öğrencileri nasıl da çığırından çıkardığını görmek; disiplinin eğitimin olmazsa olmazları arasında bulunduğunu kabule yeter diye düşünmekteyim.
Bu vesile ile hafızamızda derin izler bırakan bu kutlu ocağı ve üzerimizde ödenmeyecek hakları bulunan eğitimci kadrosunu hayırla yad ediyorum. Dünyasını değiştirmiş olan öğretmenlerimize Allah’tan rahmet diliyorum.
Selamlar,
Bu kızımız,özellikle dayak konusunu çok abartmış(şoşartmış,diyelim)…Ancak,Çok değerli hocam ve müdürüm Saniye Önal Hanımın disiplini bizce abartılı,öğrencilerce de korkunçtu.Özellikle Pazartesi önlük ve saç tuvaleti denetimi çok sıkıydı.Ama,bazı öğretmen arkadaşların ‘dayak’ ayıbı,Saniye hocamıza ya da biz yöneticilere iletilmiş olsaydı,kesinlikle önlem alınırdı.
Ben,ilk öğretmenlik deneyimini yaşayan bir Çiçeği Burnunda İngilizce Öğretmeni olarak,o lisede çok şeyler öğrendim.Harika bir deneyim yaşadım ve o deneyimim bana yirmi yıldır ünvanını taşıdığım ‘Profesörlük’ yolunu açtı.Bana inanın!Harika bir dönem geçirdim o güzel lisede.Saniye hocamdan çok şey öğrendim,sevgili öğrencilerimden çok şey öğrendim,arkadaşlarımdan çok şey öğrendim ve bu bilgimi hala kullanıyorum.
Bana o unutulmaz dönemi yaşatan sevgili öğrencilerimi asla unutmadım,unutmayacağım…Herkese,benim çookkk değerli hocam Saniye Önal’a saygılar,sizlere sevgiler ve yine sevgiler…Prof.Dr.Recep Songün.
Çok değerli Recep Hocam;
Evvela yorumunuz için çok teşekkür ederim. Gerçekten siz değerli hocalarımızın hakkı hiç bir surette ödenmez. Sürçi lisan ettiysek aff ola. Ben, doçentlik lisan imtihanı da dahil bütün sonraki dönmelerde sizden öğrendiğim İngilizce bilgileriyle yol aldım. Bana sözlü sınavda sorduğunuz sorular ve verdiğim cevaplar hâlâ bugün gibi aklımdadır. Muhteşem bir hoca idiniz. Belki de sizin adınıza ayrıca bir yazı yazmak gerekir. Öğrencisini asla kırıp dökmeden en iyi bir biçimde dersini öğreten son derce yetkin bir hoca olarak hafızalarımızda yer tuttunuz. Bu vesile ile tekraren teşekkürlerimi ve hürmetlerimi arz ederim.