MENÜ ☰
Büyük Erzurum Sofrası
Erzurum Haber Gazetesi » Yazarlar » SU İLE TOPRAĞIN SERENADI
Belkıs Altuniş Gürsoy
Belkıs Altuniş Gürsoy
Tüm yazıları için tıklayınız.
SU İLE TOPRAĞIN SERENADI


Su ile toprak ezelden yazılıydılar birbirlerine, kavuşmayı murat ettiler var olalı beri,  kavuşmayı hayal ettiler. Gök kubbe şahitti, yıldızlar şahitti bu sevdaya.  Çünkü ancak onlar kavuşursa yeryüzü hayat bulur, cümle âlem cana gelirdi. Ama kavuşmak o kadar da kolay değildi her daim. Araya maniler girerdi zaman zaman.

Toprak  kahır bağlardı hasret kaldığında suya. Bağrı şerha şerha yarılır, kururdu. Canı çekilirdi. Boynunu büker, mahzun gözlerle, “sen yoksan ben de yokum” diye inlerdi suya. Su da “ben de öyle, ben de öyle” diye kesik kesik cevap yetiştirirdi. “Benim de kanat takıp uçmam, ak köpüklerle çağlamam, kıvrım kıvrım yol almam, kol budak salmam ve seslerin en güzeli ile akmam ancak seninle mümkündür. Benim mekânım, vatanım sensin“ derdi ona. “Senin taşın, senin kumun, senin eğimin benim notalarım olur. Başka başka bestelerle çağlarım.  Rüzgârların, kuşların böceklerin de karıştığı olur bu senfoniye. Ama her bestem ayrı ziyafettir, her bestem ayrı bir lezzet. Ruhları yıkarım, gönülleri arındırırım, paslanmış kalpleri açarım ancak sana kavuşursam. Müzisyenlere ilham olurum. Sadece müzisyenlere mi. Ressamlar, şairler kısacası ehli sanat benimle senin her an bin bir renge, bin bir şekle boyanan hallerimize hayrandırlar. Bize baktıkça yürekleri büyür, gönülleri açılır, kaplarına sığmaz olurlar. Bu coşkunlukla eser vermeye başlarlar” diye söylendi su.

Toprak, bilgece bir tavırla ” seninle buluştuğumda seyrine doyulmaz güzellikler açar bağrımda. Güller yetişir koynumda.  Kan kırmızı, sarı sıcak, şafak pembesi güller, ak güller, laleler, karanfiller, kır çiçekleri bin bir nakış işlerler çehreme sana kavuşursam. Bu toyumuzun ganimetidir.  Bütün bu zenginlikler vuslatımızın muştusudur. Yeryüzünü kuşatan bu renk cümbüşü, bu desen hercümerci, bu koku meşheri mutluluğumuzun çağıltısıdır. Bayramımıza âlemi de ortak etmek için nimet olup taşar, kısmet olup aşar, canlılara hayat bahşederiz ”dedi.

Su, “bazen göze olup, içten içe kaynarım. Bazen yağmur olup, kar olup sana koşarım. Bazen deniz olur, okyanus olur, sonsuzluğu yakalarım. Kıyılarım uçsuz bucaksız ufuklarda dolaşır. Eteklerimi kendim bile toparlayamam. Balıklar nazlı nazlı yüzerler içimde.  Her halim başka güzeldir, her demim ayrı neşvedir. Her mevsim, her saat şekilden şekile girerim. Ama ille sen, ille de sen. Seninle karışıp kaynaşmam, sana kavuşmamla kabildir her şey. Evet, biz bir bütün olduğumuzda, biz birlikte bir ahenk yakaladığımızda yeryüzü şenlenir, güzelleşir, zenginleşir. Görmeyi bilenler bu nice bir ince iştir diyerek hayretten hayrete düşerler

Ama insanlar benim hallerim içinde en çok akarsuları sevdiler, en çok ırmakları.. Belki de denizlerden, o dipsiz kuyular gibi sonu gelmez, ucu görünmez enginlerden korktular başlangıçta. Akarsular daha munis göründü. Daha eli yetilesi, Daha gücü çatılası. Sudan hayat, bereket, bolluk fışkırırdı.

İnsanoğlu toprağa olduğu kadar suya da mecburdu. Bu sebepten ilk şehirler hep akarsuların kenarında kuruldu. Bu yüzden su medeniyet demekti. Anadolu ilk medeniyetlere ev sahipliği yapmıştı. Bu haklı gururunda ırmaklarının payı büyüktü.  Fırat ve Dicle’nin el ele verip de suladığı verimli topraklara Mezopotamya dediler. Aşağısıyla, yukarısıyla “Medeniyet Beşiği” diye anıldı bu diyarlar. Anadolu, Fırat ve Dicle’nin anavatanıydılar. Bu iki nehir nice maceradan geçer, cömert elleriyle bet bereket dağıtır, gözleri gönülleri doyurduktan sonra Basra Körfezi’ne dökülürdü. Fuzûlî, Dicle’nin Hz.Peygamber’in ayağının toprağına varmak için kendisine bu güzergahı seçtiğini söylerdi meşhur Su Kasidesi’nde. Yoksa o gönlünün yangınını suya mı atfetmişti.

Meriç, Aras, Asi sınır boylarının bekçisi olmayı kendilerine vazife bildiler. Aras “Bingöl’de doğar, Hazar’da çalkalanırdı.” Kızılırmak, Yeşilırmak, Çoruh, Sakarya, Gediz, Büyük ve Küçük menderes Anadolu’nun yedi veren gülleriydiler. Gani gönüllü serinlikleri.. Sakarya adı destanlarla özdeş oldu, destanlar yazdırdı. Sakarya Türküsü şiirinde  söze gelen tarih, Anadolu’nun hikâyesiydi.  Kendisine allı gelinlerin hesabı sorulduğunda Kızılırmak mahcup düşerdi. Utancından kıpkırmızı kesilirdi. Benim kaderim bu toprakların kaderidir. Acıları da acılarım derdi. Ama neticede bu yedi karındaştan  ilk dördü Karadeniz’e, son üçü Ege Denizi’ne varmak için uzun ve yorucu menziller aşar, geçtikleri yerlere rahmet yağdırırlardı. Eski medeniyelerin nişanlarını taşımak kolay değil diye de övünürlerdi.

Tuna, Âşık Paşa’nın kaleminde dile geldiği üzere Osmanlı akıncılarının yolunu gözleyen Tuna. Akıncılar arı sularından abdest aldıklarında sevinçle taşıp coşan Tuna. Bu nehre nice kasideler söylendi. Nice türküler yakıldı, nice marşlar bestelendi. Sanki sularının akışında geçmişimiz dile gelirdi. Şimdi gayrilerde aksa da hatıralar onu bize yakın ederdi. Tuna kelimesi her söze geldiğinde içimize bir avuç su serpilirdi. Hicranla karışık bir ferahlık yayılırdı vücut iklimimize.

Çöl güzeli Nil, Nili mübarek, yeşertti ıssız sahrayı. Uçsuz bucaksız pirinç tarlaları, pamuk tarlaları varlık demekti, bolluk demekti. Hurma dalları, Mısır incirlerinin gölgeleri düşerdi Nil’e. Nil Ak ve Mavi Nil olarak, Mısır’ı antik çağların taçsız kraliçesi yaptı.

Seyhun ve Ceyhun Orta Asya’nın kutlu gelinleriydiler. Aralarında kalan ve Maveraünnehir adıyla anılan beldeleri ilim ve sanatta Orta Çağ’ın incisi kıldılar. Dirlik, düzen ve refah saça saça seferlerini Aral Gölü’nde tamamladılar.

Ganj’ı Hintliler kutsal bildiler. Nimetlerin anası dediler ona. Bengal Körfezi’nden Hint Okyanusuna kavuştuğunda çok uzun  bir mesafeyi katetmiş ve insanlara mutluluk götürmüş bulunmanın huzuruyla mest halde bulunurdu. Ganj’ın Hind’i bilinmeyen zamanların kahramanı yapmaktaki rolü inkâr edilemez” diyerek soluklandı. “Söz çok, ama kelâmın makbulü kısa gerek” diye de ilâve eti.

Toprak, “benim suyla alışverişim sadece gözlerin gördüğü kadarıyla değildir. Sadece görünen bilinen ırmaklar, sular değildir, benim suyla yaşadığım serencam. Hazinelerimi derunumda saklarım. Cevahirin çeşidini içime gömmüşümdür  oldum olası. Ama asıl servetim sudur. Suyun eline madenlerim su bile dökemez. Yüzlerce metre, binlerce metre derinde  yeraltında akan ırmaklarım, göllerim, gölcüklerim vardır. Onlar gelecek zamanların hakkıdır. Bu gizli zenginliğime kolay kolay el yetmez. Fedakâr ve cömert olmama nispet tedbirliyimdir. Bana toprak ana demeleri bu sebeptendir. Günü kurtarmakla kalmam, yarınlara da pay ayırırım. Doğmamış nesillerin bende nasibi, ben de hakkı vardır. Tasarrufu severim. Suları içer içer de can evimde toplarım.. Feleğin bin bir çeşit yüzü var, yazı var, kışı var derim. Ey hayat iksiri su, dünyanın kaderi, insanlığın kaderi, kurdun kuşun kaderi ikimizin kaderiyle ortaktır. Güleceksek hep beraber güleceğiz” diye tatlı tatlı tebessüm etti.

Su, toprağa muhabbetle baktı. “Seni ne kadar sevsem az, gönlümü bir kere daha fethettin ” dedi.

Belkıs Altuniş Gürsoy

📆 24 Ağustos 2011 Çarşamba 17:38   ·   💬 2 yorum   ·   ⎙ Yazdır

“SU İLE TOPRAĞIN SERENADI” için 2 yanıt

  1. Gaye Bilir dedi ki:

    yazınızı bir solukta okudum.. her cümleniz, her kelimeniz birbirinden güzel.. dilerim yazılarınız çok daha geniş kitlelere ulaşır.

  2. Ayten Aydin dedi ki:

    Yasamimizda Su ile Topragin arasindaki bu tilsimli iliskinin, adeta sevdanin farkindamiyiz? Hava ile atesi de ekleyince ne eksigimiz kalir ki, mutlulugumuz icin somut degerlerden medet umalim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

ERZURUM'DA HAVA

ERZURUM
Esentepe Avrupa Konutları
YENİ SAYI

YAZARLAR

RÖPORTAJLAR

ANKET

Üzgünüm, şu anda etkin anket yok.

BAĞLANTILAR